Keleoğlan Aykız'a yanıktı... Her zamanki buluşma yerinde, çeşme başındaydı. Karanlıkta süzülen gölge sevdiceğiydi. Eller kavuştu; "Yeter artık Aykız, bu hasret beni bitirdi. Bohçanı gap gel, gidelim buralardan" dedi. Aykız, ay yüzünü onaylar manada eğdi; "Peki Keleoğlan.Ama bizde adettir. Bohça alışverişine çıkılır, düğün öncesi" Keloğlan hararetle; "Tez varalım, bohça alışverişi yapalım ay yüzlüm, bal gözlüm" diye haykırdı. Sabah çeşme başında buluşmayı kararlaştırıp ayrıldılar. Keloğlan, ibibikler ötmeden gelmişti. Heyecanlıydı, hah, Aykız geliyordu. O da ne?? Aykızın yanında annesi, yengesi, teyzesi de yürüyordu. Keloğlan anladı ki durum değişikti. Tez anacığını da aldı geldi... Keloğlan bir deve çevirdi, doluştular ve çarşıya indiler. Aykız'a entari bakmaya başladılar. Onun boyu kısa, bunun sırması soluk dolanıp durdular. Sonunda lüks bir makastardaki entaride karar kılındı. Keloğlan anasının sandıktan çıkarıp getirdiği kesedeki altınların neredeyse tamamını makastara verdi. İçinden "Bu kadar altınla yarım ağıl koyuna alırdım be!" diye geçirdi ama Aykız ona göz süzünce unuttu getti... Para bitmişti ki!.. Keleğlan çaresizdi. Koştu gitti, ahırdaki sıska ineklerini sattı, parayı denkledi. Aykızın anası, "çarık alınacak!" dediydi. "Höh be kardeşim gelin biraz insafa! Bizim elli çarıklık inek gitti bir çift çarığa!.." Aykız'la anası, yengesi önde, garip Keloğlan arkada başladılar yürümeye. Gittiler, gittiler, gittileer. Dönüp bir baktılar ki, bir arpa boyu yol ilerlememişler. Yenge nalın seçmeye başlamıştı bile. Günlemeye bir nalın, misafirliğe püsküllü nalın. Keloğlan altın sıkıntısına düşmüştü. Yanındaki FermanKart'a davrandı. "Kartınız haddini aşmış. Baki kalan fülüsle değil terliği, terliğin püskülünü; bir imame püskülü bile alamazsınız" cevabını duyunca eve koştu. Kümesteki yoluk tavuğu iki altınla takas etti. Nalın da alınınca bohça tamam mı oldu? Hayıır!.. Keleoğlan kulaklarına inanamadı! Yazma, iç entarisi, çorap alınacaktı... Ne yapacaktı? Anacığı yemenisini ısırdı, kız tarafı ısrarcıydı. Aya baktım ay beyaz, Kıza baktım kız beyaz, Cebe baktım para az, Ay anam biz neyapacaz? Koştu Keloğlan, koştu, koştu.... Kapının mandalını hırsla açtı, eve girdi. Ocağın yanındaki bakır ibrik gözüne ilişti. Öf, ibrik delikti. Deliği kaybolmayan sakızla tıkadı, üzerini soba boyasıyla kapladı. Çarşıda gümüş hesabına okuttu, kaçarak uzaklaştı. Kalan bohça alışveri de tamamlanmıştı. Yoksa tamamlanmamış mıydı? Sürmeyle esans da mı alınacaktı?! Keleoğlanın kafası bir gitti bir geldi. O an, düzenli aralıklarla gideceği bir terapisti olsun, uzanarak anlatsın istedi. Çocukluğunu... Deli civcivi... Arakladığı erikleri... Aykız'ı dört köşesi itinayla düğümlenmiş bir bohça içinde dereye atma isteğini... Pencereden sarkar sarı üzüm salkımı, Al sevdiceğim bohçanı Ben kaybettim aklımı !.. > Ninem diyor ki... Aşırı harç ev yıkar.