Şükür bir ramazana daha kavuştuk. Evinizde huzur, yüreğinizde dua, sofranızda bereket, yüzünüzde tebessüm eksik olmasın…
Eski ramazanların birinde birisi ramazan sofrasına davet edilmiş. Ömründe hiç görmediği yemeklerden bir yemiş bir yemiş, yerinden kalkamayacak hâle gelmiş. Adamı küfeye koyup bir hamalın sırtına vermişler:
“Bunu şu adresteki evine götür çok yedi yürüyemiyor” demişler.
Yolda giderken bir cenaze görmüşler. Küfedeki sormuş; “Vah zavallı neden ölmüş acaba?”
“Ziyafette fazla yedi kalbi dayanamadı öldü!” demişler.
Küfedeki adam iç geçirmiş;
“Yedin mi rahmetli gibi yiyeceksin, bizimki nefis köreltmek…”
***
Nasreddin Hoca pazarda bir gün zeytin satar.
Komşusu yaşlı bir kadın,, zeytin almak için hocanın tezgâhına gider ve:
“Hocam zeytin alacağım ama üzerimde param yok” der.
Nasreddin Hoca: “Komşu biz seni tanıyoruz sonra getirirsin, hele sen şu zeytinin bir tadına bak” der ve zeytini kadına uzatır.
Kadın; “Hocam oruca niyetliyim” der.
Nasreddin Hoca; “Hayırdır bu ne orucu?” diye sorar.
Kadın; “Üç sene önceki oruç borcuma niyetlendim” deyince Nasreddin Hoca taşı gediğine oturtur:
“Git kadın, sana verecek zeytinim yok. Allah’a borcunu üç senede ödersen bana olan borcu kim bilir kaç senede ödersin?”
***
Ramazanlarda davetli davetsiz, tanıdık tanımadık yerlere iftara gitmenin âdetten olduğu, ancak bunun iyi niyetli bir şekilde yapılırken zaman zaman işin münasebetsizliğe vardırıldığı zamanlarda, huluskârın biri yanında hane sahibinin tanımadığı bir adam bulunduğu hâlde bir zata iftara giderken, yolda biri bunlara rast gelir ve yanlarına sokularak nereye gittiklerini sorar:
"Filan zata gidiyoruz" derler.
Bu adam iftara gidilen kişiyi hiç tanımadığı hâlde "Ben de giderim" diyerek bunlara katılır.
Derken öteden biri daha çıkagelip yine içlerinden bazılarıyla tanışıklığından faydalanarak "Nereye gidiyorsunuz?" diye sorar. Söylerler.
"Beni de götürünüz" der.
Huluskârlar derler ki:
"Öyle ama zaten yanımızda bir tufeylî (asalak), bir de tufeylinin tufeylisi var. O zata seni ne sıfatla takdim edelim?”
Adam: "Sizin takdiminize hacet yok. O beni pek iyi tanır." diyerek peşlerine takılır.
Hane sahibi cimri bir adamdır. Böyle üç dört kişinin, bir de bilmediği adamların geldiğini görünce canı fena sıkılır.
Huluskâra ilk refiki için sorar:
"Bu efendi kimdir?"
"Efendim, ahbaptan filan efendi. Zât-ı âlinize gıyaben tanışıklığı vardır."
Hane sahibi ikinciyi göstererek:
"Ya bu adam kimdir?"
"Efendim, o da bu zatın bildiği imiş!"
Hiddetle üçüncüsünü sorar:
"Ya bu teres kimdir?"
En son peşlerine takılan bu adam arkadaşına der ki:
"Gördünüz mü? Beni nasıl tanıdı...”
Ninem diyor ki: Fazla aş ya karın ağrıtır ya da baş.