Seçimin ertesi sabahı sonuçlara bakarken aklıma Hazreti Mevlâna’nın sözleri geldi;
“Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana
atmamandır.
Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır!..
Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.”
***
“Ama olsun… “ dedim, Hazreti Mevlâna’dan devam edelim;
Yapılma, yıkılmadadır; topluluk, dağınıklıkta; düzeltme, kırılmada; murat, muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey buna benzer… öbür zıtlar ve eşler de hep bunlar gibidir.
Birisi geldi, yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti. Dedi ki:
"Bu yeri neden yıkıyorsun... Neden yarıyor, dağıtıyorsun?!"
Adam dedi ki:
"A ahmak, yürü git!.. Benimle uğraşma! Sen yapılmayı yıkılmada bil!"
Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hâle gelmedikçe, nasıl olur da gül bahçesi, buğday tarlası hâline gelir?
Düzeni altüst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur, mahsul ve meyve yetiştirir?
Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir, onulur mu hiç?
Terzi kumaşı paramparça eder. Bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye,
"Bu canım atlası neden bu hâle getirdin, neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım?" der mi?
Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı?
Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi, yeni bir şey yapacakları zaman önce o şeyi yıkıp yakıp harap etmez mi?
O helileyi, belileyi dövmek -de öyledir-, onları âdeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapılabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi?
***
Dikenden gül bitiren, kışı da bahar hâline döndürür.
Selviyi hür bir hâlde yücelten, kederi de sevinç hâline sokabilir…
Ninem diyor ki; En büyük körlük nankörlüktür.