Günlerden bir gün, köylerden birinde, bir adamın eşeği kör kuyunun içine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer diye sormayın. Eşek bu, düşmüş işte... Hayvancık saatlerce acı içinde kıvranmış, anırmış, sesini duyurmaya çalışmış. Derken eşeğin sahibi gelmiş kuyunun başına.
Bakmış zavallı eşek kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik de yaralı... Bir hâl çaresi düşünürken bir koşu gidip köylüleri yardıma çağırmak gelmiş aklına.
Ne yapsak, ne etsek de şu eşeği kuyudan çıkarsak derken, bakmışlar ki hayvan zaten yaralı, belki de kırık çıkığı da var, çok acı çektiği de belli. 'Artık kurtarılsa da işe yaramaz' düşüncesiyle çıkarmaktan vazgeçmişler ve üzerini toprakla doldurmaya karar vermişler. Ellerine almışlar kürekleri, başlamışlar kuyunun dibindeki eşeğin üzerine toprak atmaya. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları her seferinde silkinerek üzerinden atmış. Onlar yukarıdan atmış... Eşek silkelenerek her defasında toprağı altına almış...
Derken, ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her defasında biraz daha yükselmiş ve giderek yukarıya çıkmaya başlamış eşek. Köylüler de şaşırmışlar hayvanın giderek kuyunun ağzına yaklaşmasına. Onlar atmış, eşek yükselmiş derken, neticede hayvan yukarıya çıkmayı başarmış. Onlar şaşıra dursun bizim eşek atmış adımları, dışarı çıkmış sevinerek...
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır... Üstümüzü toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu; sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmaktır! Aydınlığa bir adım daha yaklaşmaktır. Kör kuyuda olsak bile!..
Sıkıntılarımızın her biri bir adım. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın...
Ninem diyor ki; Cefa çekmeyen sefanın kadrini bilmez.