Accayip yakışıklı adamlar, nefiss güzel kadınlar... Bu yakışıklıların, nefis güzellerin var mı acaba nefs güzelliği ha? Güzel kimdir? Badem gözler? Hokka bir burun, rüya gibi saçlar? Şişkin pazular, pos bıyıklar? Herkes bir et yığını. Dokular, sinirler, sinir uçları ve devir edip duran kan... Korusun diye üzerine örtülmüş bir deri, duyulara araç duyu organları... Sistem bu! Bunlar bir kılıf... İnsanlara bakarken bu kılıfı kaldırıp da bakmalı. Ah bu kılıfın altında neler yatıyor, neler yaşanıyor... Yerin altında yaşıyor insanların çoğu... Nefislerinin labirentinde, eğri bükük oluklarında açmazlarına doğru yürüyorlar. Lağım suları, kokuşmuş egolar kanal içinde yağmur olmuş üzerlerine yağıyor! Bedenlerinden aşağıya, o güzel yüzlerden, Clark Gable bakışlardan süzülüp dizlerine kadar birikiyor. Sığ sular her daim tehlikelidir... Birden derinleşir, boğaza , baş üzerine gelir... Nafile menfaatler uğruna etek öpmeye her eğildiklerinde biraz daha derine gömülüyorlar. Kanalizasyona aynalar konmuş, kendilerini oradan görüyorlar. Aynalar sıra sıra. Her biri diğerini yansıtıyor. Her yer aynı göründüğünden 'normal' budur sanılıyor! Düz gittiklerini zannederken saptıkları her yol ayaklarına dolanan balçıklı yosunlar olmuş yürümeye çalışıyorlar... Modern âşıklar çamur olmuşlar, çok olmuş bir de kuruyalı... Patır patır dökülürken burunları, ağzı, yanakları... Yaldızlı markalı şişelerdeki cıvık sıvılar mı onları güzelleştirecek? Ya da değerlerini, seciyelerini, göz terbiyelerini iç cebine sakladıklar üç düğmeli ceketler mi onları yakışıklı gösterecek? Üçyüzotuzüç demeye hacet bırakmayan parlak rujlarla, acizlere karşı kazanılan zaferlerle elde edilen etiketi takım elbisenin koluna yapıştırarak yürümek değil maharet... Yürüyebiliyorsan ruhunla yürü! Yalpalamadan, tiksindirmeden, adam gibi, âdem gibi, kadın gibi, insan gibi yürü! Jipin arkasındaki o koca lastik ve üzerinde yazan deve deve harfler değil, lastiğin devir hızıyla doğru orantılı fıldır fıldır dönmeyen gözler gerek... Direksiyon başında da Topkapı minibüsünde de aynı şekilde, ensenin arkasından yükselen makam koltuğunda da, bir kenar mahalle dükkan önü taburesinde de 'adam gibi' oturabilmek gerek... Kadının iki adam görünce omzu oynamayanı, adamın iki kadın görünce salyası akmayanı gerek... Aşk için iki gerçek, iki tam insan gerek. Peki, aşk kime gerek? Aşk, ilahi aşkı tanıyana gerek. İlahi aşk'tan bihaber dolananlar, cüzi aşkı işte bu denli cüz-i yaşıyorlar... Etraf bu yüzden 'seviyeli ilişkiler', 'elektriği' bol tutsaklıklar ve kendini efendi zanneden köle ordularıyla kaynıyor... > Ninem diyor ki; Ata eyeriyle kıymet biçme!..