Kemal Derviş'in Washington'da altını çizdiği 15 günlük sürenin sonuna yaklaşırken, bütün ümidlerin bel bağlandığı dış destek muamması sürüyor. ABD, yuvarlak ve içi boş 'destek' lafına sığınmış ve 'bekleme' durumunda. Bir başka deyişle, çözümün Washington'da değil Ankara'da olacağını her vesile ile 'göstere göstere' gözümüzün içine sokuyor. Hafta başından beri Washington'da bulunan ve dün New York'a geçen Kamran İnan başkanlığındaki TBMM heyeti, yaptıkları her temasta bu acı gerçeği dolaylı ya da dolaysız, açıkça gördüler. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Kamran İnan, Abdullah Gül (FP), Ayfer Yılmaz (DYP), Tahir Köse (DSP), Oktay Vural (MHP) ve Mehmet Ali İrtemçelik'ten oluşan (ANAP) Türk parlamenter heyeti, KONGRE'den ve Bush yönetiminden yetkililerle biraraya geldiler. Basın ve düşünce kuruluşlarını ziyaret ettiler. CSIS isimli düşünce kuruluşundaki toplantıda Kamran bey bir soruya cevap verirken, 'Görüyorsunuz biz Türkler içeride birbirimizle anlaşamasak da, dışarıda tek ses olabiliyoruz' dedi. Türkiye'nin dış politikasını, -Kamran İnan'ın deyimiyle 'geniş tabanlı bir koalisyon halinde ve tek ses olarak'- anlatan heyetimiz, hemen her temasında Türkiye'deki ekonomik kriz konusunda sorularla karşılaştı. Amerikalılar'ın en merak ettikleri konuların başında gelen husus, 'yapısal ve siyasal reformların, ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği' oldu. Açıkçası ABD, Türkiye'de hükümet değişikliği dahil bir dizi gelişmelerin sinyalini ve beklentisini heyetimize iyi hissettirdi. Söz tutma sicilimiz Rahmetli Özal sonrasında, ta 1993'lerden başlayarak Washington'ı ziyaret eden devletlü büyüklerimiz Çiller, Demirel, Yılmaz ve Ecevit her defasında, reformların ve demokratik iyileştirmelerin 'yolunda olduğunu', bunları ABD veya bir başkası istiyor diye değil, 'kendi ihtiyacımız için yapacağımızı' vurgulayıp, sözler verdiler. Ama bu sözlerin, ne kadar tutulduğu ortada. Türkiye'nin ne demokratikleşme ile yapısal ve siyasal reformlar, ne de yıllardır türküsünü çağırdığı özelleştirme konularında gelebildiği yol, bir arpa boyunu maalesef geçemedi. Bu tutumumuz, ABD'deki etkili Türkiye dostlarında bile derin hayal kırıklığına yolaçtı. Bugün ABD'de, ilgili ilgisiz her kafadan yükselen destek sözlerinin bir türlü laftan öteye geçememesinin ardında, bu hayal kırıklıklarının da büyük etkisi var. IMF de beklemede Öte yandan büyük umut bağladığımız Uluslararası Para Fonu (IMF) kredilerinde de aynı durum sözkonusu. Bir yığın çelişki ve teknik zorluklar gözardı ediliyor. Mesela hem IMF ile bir program üzerinde anlaşıyor, stand-by imzalıyoruz; hem de bu bizim programımız değil, bununla olmaz diyerek IMF'ye kafa tutuyoruz. Her bozukluğu, her krizi IMF'ye yüklüyor; krizden ve olanlardan IMF'yi sorumlu tutuyoruz. 2002 sonuna kadar uygulanacağını taahhüt ettiğimiz anlaşmayı rafa kaldırıyor; ama, bu anlaşmanın öngördüğü 6.2 milyar doları hemen istiyoruz. Sakın IMF'yi savunduğum falan zannedilmesin. Biz de IMF'nin her ülke için standart ve tek tip katı dayatmaları ile bir çözümün sağlanacağına ve bir ülkenin kurtulacağına inanmıyoruz. IMF'yi gerçekten çağdışı bulanlardanız. Devrini tamamladığını ve artık def olup dünya sahnesinden çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama ortada tuhaf bir durum ve işin tekniği ile ilgili bir dizi zorluklar var. Bir taraftan imzaladığın anlaşmayı askıya alacak, öte yandan 28 Nisan'da IMF İcra Kurulu'na sunup onay almaya çalışacağın yeni bir program ve niyet mektubu için uğraşacak; bütün umutlarını buna bağlayacaksın. Hemen hemen 2 yıla yaklaşan bir süredir uyguladığın, imzalanmış, onaylanmış bir anlaşma ile bile alamadığın kredileri, 15 günde yok bilmem neler yaparak alacağına inanacaksın. Acaip ve garip bir durum! Dolayısı ile, IMF'nin 28 Nisan'daki İcra Kurulu'ndan çıkacak destek de, ABD yönetiminin laf salatası ve içi boş desteğinden başka birşey olmayacak. Çünkü ABD yönetimi de, IMF de, Dünya Bankası da, kısacası bütün Washington beklemede.. Sen hele şu yapısal ve siyasal reformlarını bir yap görelim diyerek çözüm yerinin Ankara olduğunu ve buradaki 'değişimleri' işaret etmekte.. Bizim ise, işaretlere ve laf desteğine karnımız tok. Muhteşem 'istikrarlı' hükümetimize laf yok. Değişim ve reformlara söyleyeceklerimiz ise pek çok. Biz ne istiriz, onlar ne dir.. İşte bütün mesele...