Her ne kadar 11 Eylül teröründen Amerika'da yaşayan insanlar şöyle veya böyle etkilendiyseler de, köpeklere bir şey olmadı. Hatta hayvanlara pek bayılan Amerikalılar, terör sendromu ve ölüm korkusu ile, köpeklerine daha merhametli davranmaya bile başladılar. Kedi, köpek deyip geçmeyin. Amerikalılar'ın evlerinde besledikleri ve "evlat" muamelesi yaptıkları bu hayvancıklar için bir yılda harcadıkları paralar, Türkiye'nin bütçesinden bile fazla... Kedisinin, köpeğinin sağlığı için veterinere yılda 2-3 bin dolar harcayan Amerikalılar bile var. Köpeklerini, pardon evlatlarını, özel berbere götürenler de cabası. Son kontrolü yapan köpekler Neyse konumuz bu değil. Geçenlerde Türkiye'ye 2 haftalık bir ziyaretim oldu. Bu terör dalgasından sonra uçakla seyahat artık iyice eziyetli hale geldi. Tayyareye binmek için 3-4 saat öncesinden havalanına gidiyorsunuz. Çantalarınızı, kendinizi ve ayakkabıları makineden geçiriyorsunuz; elinizde azami 5 kiloluk bir tek çantayla uçağa binebiliyorsunuz. Yok güvenlik, yok kontrol, yok bilmem ne kuyruklarında uçağa binmeden önce saatler harcıyorsunuz. Eziyetin, yorgunluğun bini bipara! Bu sefer bütün güvenlik kontrollerinden geçip, uçağa biniş kapısında kuyrukta beklerken, bir bayan polis ve köpeği teşrif ettiler. Bayan polis "Lütfen çantalarınızı yere bırakın ve sizler de yana çekilin!" dedi. Sonra da köpeğine tek tek bütün çantaları koklattı. Aynı işlemi 3-4 kere yaptı. Meğer bu köpek bomba uzmanıymış. Patlayıcı ve uyuşturucuya karşı burnu pek hassasmış. Hatta aletlerin, lazerlerin ve yok bilmem nelerin tesbit edemediği patlayıcılarla uyuşturucuları, bu köpekler hemen koklayıp yakalıyorlarmış. Anlayacağınız uçağa binmeden önce son kontrolü bu köpekler yapıyor. Yavrucak çok zorlandı Allaha şükür bütün bu kontrollerden geçip pestil halinde uçağa bindik. Bindik ama, esas yolculuk daha yeni başlıyor. Bir uçağın içinde, en ucuz koltuklar ekonomi sınıfı. Haliyle bunlar daracık, düttürü leyla gibi koltuklar. Put gibi kendini koltuğa sıkıştırdıktan sonra, bir de kemeri bağlayınca, insan kendini çuvala konmuş ve torbalanmış hissediyor. Bu vaziyette saatlerce git babam git.. Ne ayak uzatabiliyor, ne de elinizi kolunuzu rahatça oynattıyorsunuz. Ekonomi sınıfı koltuklar genelde hep dolu oluyor. Bir oturdunuz mu, pir oturuyor; sıkışıp kalıyorsunuz. İşte böylesine zorlu bir yolculuktan sonra uçağımız Zürih'e indi. İstanbul'a aktarma olacağız. Uçaktan inerken, öndeki "business class" mevkiinden geçiyorsunuz. Tabii buranın koltukları adı üstünde "class" ve geniş ve konforlu ve yatak bile oluyor. Kıyaslama için şöyle düşünün; bir business class koltuğa, ekonomi mevkiinde 2 kişi oturtuyorlar. Bu rahat deri koltuklarda seyahat etmek için en az 5-6 misli para ödüyorsunuz. Mesela ekonomi sınıfı bir koltukta, hücreye tıkılmış gibi 500 dolara bilet almışsanız, business class en az 3 bin dolardan başlıyor. İşte inmek için buradan geçerken bir bayan yolcu dikkatimi çekti. Geniş koltuğuna yayılmış vaziyette bir taraftan toplanıyor, diğer taraftan da yan koltukta sepetinin içindeki köpeğini okşuyordu. Köpek dediysem hemen iri bir azman falan hayal etmeyin. Bizim Amerikan futbolunda giderek klasını konuşturmaya başlayan küçük oğlan Nazif'in ayakkabısı büyüklüğünde bir fino. Bir kadına, bir sepetinin içinde deri koltuğa oturtulmuş enciğe baktım. Şaşa kaldım. Neyse kendimi toplayıp, bütün hırsım, kıskançlığım ve hışmımla, pis pis sırıtarak kadına sordum: -Madam, ne yaptı zavallıcık? Bu uzun yolculuğa dayanabildi mi? Rahat edebildi mi? Kadın, köpeğine bu ilgime (!) pek sevindi. Okşadığı enciği bir güzel öperek bana cevap verdi. -Ah hiç sormayın. Gürültüden, sıkışıklıktan, dolaşamamaktan çok sıkıldı. Hiç rahat edemedi, yavrum. Her ne kadar tedarikli gelip, çok sevdiği yiyeceklerden çantama koydumsa da, pek iştahı olmadı. Evimizi aradı, canım benim.. Neyse ki geldik.. Ben pis pis sırıtmamı sürdürerek ve içimden la havle çekerek iniş kapısına doğru yöneldiğimde, o hâlâ yavrucuğu encik ile tatlı tatlı konuşuyor, onu öpüp koklamayı sürdürüyordu!..