Bir mübarek Kurban Bayramını daha idrak ediyoruz. Bayram, aziz milletimize, Türk ve İslam alemine, bütün insanlığa hayırlar, huzur ve barış getirsin. Bu vesile ile kıymetli okurlarımın bayramlarını tebrik eder; nice bayramlara ağız tadıyla, sıhhat ve afiyet içinde ulaşmalarını dilerim. Gurbette bayramlar buruk kutlanıyor. İnsanın sevdiklerinden, yakınlarından uzak bayram geçirmek zorunda kalması, hasret duyguları her halükarda bir burukluk oluşturuyor. Yoğun telefon trafiğinde büyükleriyle bayramlaşmak zorunda kalınması, bayramın mana ve bereketinin tam yaşanmasına mani oluyor. Her tarafta acı ve hüzün var Bir başka burukluk da şu: Dünyamız hızla yaşanacak yer olmaktan çıkıyor. Çünkü her tarafta acı ve hüzün var. Kitle iletişim araçlarının ve internetin böylesine yaygınlaşmış olması da, dünyayı küçücük bir "köy" haline getirdi. Artık, "görmeyen göz katlanır" mazereti yok. En uzak ve ücra köşedeki bir acı bile anında her yerde duyuluyor. Peki duyuluyor da ne oluyor? İşte tuhaflık da burada! Maalesef artık, bu acılara, bu ıstıraplara, bize dokunmadığı takdirde, daha bir duyarsız kalıyoruz. Bırakın ibret alıp paylaşmayı, dayanışmayı ve yardımlaşmayı; kendi dağınık gündemimizle "vur patlasın çal oynasınımıza" maalesef devam bile ediyoruz. Bu tip insani gerçekler, yani hayatın acı tarafları bizi ve yakın çevremizi sarsmadıkça, "bize ne" diyoruz. Hatta göz zevki bozulduğu için, o çevreyi ve ülkeyi terk edip kendi bencil dünyasında yaşamak isteyenlerimiz bile var. İnsandan robota dönüşmek Biz böyle değilmişiz. Okuduğumuz kitaplar, artık hızla uzaklaştığımız değerlerimiz, geleneklerimiz, tarihimizin ve geçmişimizin çok daha huzurlu, insancıl, yaşanır ve sevgi dolu olduğunu açıkça gösteriyor. Bizi biz yapan bu değerlerden uzaklaşma, sevgisizlik ve duyarsızlık getiriyor. Bugün ise bencillik artıyor. Kendini, sadece kendini düşünen acaip bir "mahluk-yaratık", "yaratılmışların en şereflisi olan insanın" yerini alıyor. Her taraf, sanki yaşayan canlı robotlardan oluşan bambaşka bir dünya haline geliyor. Böyle bir ortamda elbette, ahlak ve din kitaplarında içimizdeki en büyük düşman olarak tarif edilen nefislerimize (benliklerimize) gün doğuyor. O güzelim varlıklarımız, kendimizi süsleyen ve terbiye eden bütün insani vasıflardan uzaklaşarak, birer benlik abidelerine dönüşüyor. Sadece kendini seven, sadece kendini düşünen yaratıklar olarak, sevgisizlik ve nefretle dolu acaip bir yaşam dönemine geçiliyor. Ve buna yaşamak, hem de modern yaşam deniyor! Nasıl yaşamaksa?!... Başkalarındaki güzellikleri görebilmek Hazreti Mevlana, "kendi çirkinliklerini, kusurlarını, kötülüklerini farketmeyen; başkalarındaki güzellikleri göremez!" buyurmuş. Ne güzel bir özdeyiş. Bugün zaten kendimizi tenkid edenler yerine, başkalarını acımasızca eleştirenler haline gelmemizin sebebi de bu değil mi? Herkesi yeren, beğenmeyen; ama kendisini öve öve bitiremeyen "kibir kumkumaları" olmak, tabii ki hakiki bayramlardan da uzaklaşmak demek. Bayramlar eş dost, konu komşu, akraba ziyaretleri olmaktan çıkıp, "tatil" haline gelmedi mi? Artık anne ve babalarının ellerini, otellerden-motellerden cep telefonları ile öpenlerin giderek arttığı bayramları kutluyor olmadık mı? Ölmüşlerine internet üzerinden elektronik postaya eklenmiş fatihalar gönderen toplum oluyoruz.. Cenazelerimizi camilerden, "iyi ki öldün!" dercesine "alkışlarımızla" uğurluyoruz. Çevre yolundan Haliç'e inerken arabamızda ezkazara kafamızı sağa çevirip Eyüp Sultan'a şöyle bir baktığımızda, en büyük ibadeti yapmanın "huzurunu" duyuyoruz. Washington'da Suudileri takip edenler bayrama Çarşamba'dan, biz Türkler Perşembe'den, Pakistanlılar ve diğer başkaları da bugünden (Cuma'dan) başladılar. Sanki herkesin bayramı farklı. Aynı dinin mensupları olarak bu ayrışma neden? Bayramlar niye artık tatil oldu? Yoksa, çok fazla modernleştik de, "herkesin dini ve bayramı kendine" bencilliğine tam mı geçiş yaptık?. Ne diyelim? Böyle başa, böyle tıraş! Nice bayramlara, efendim...