Türkiye'de 'basiret hazretleri', herhalde sürekli tatile çıktı. Cumhuriyet tarihinin en ağır krizinin içinde çırpınan bir ülkede, başta hükümet ve koalisyon partileri olmak üzere bu krizin sorumlularının ve yetkililerinin boşvermişliğine, 'basiret tatile çıktı demek' bile aslında çok hafif kalıyor. Washington'da Türkiye ile ilgili herkesin kafaları yine çok karıştı. Aslında karışmasını gerektiren sürpriz bir gelişme bulunmuyor. Bir kere Türkiye, hep bildiğimiz bir ülke!.. Sicilinde istikrarsızlık sayılabilecek, beklenmeyen davranışlar sergileyecek bir 'anormallik' yok! Zira, IMF ile 17 defa stand-by imzalayıp anlaşmanın gereklerini yerine getirmemiş ve ABD'yi ziyaret eden onlarca devletlü yetkilisinin demokratikleşme ve insan hakları konusunda verdiği sözleri tutMAMAKta feci şekilde sicillenmiş bir ülkeden, böylesine kısa zamanda 'değiştiğini ya da değişeceğini' beklemek, bayağı büyük bir saflık! Ama Amerikalılar, iyimser ve biraz da haddinden fazla aptal insanlar. Beyanları doğru ve olacak kabul ediyorlar.. Halbuki Türkiye'nin beyanlarını değil yaptıklarını, söylediklerini değil icraatını esas alan kriterlere göre hareket etseler, böyle her seferinde apışıp kalmayacaklar.. Şubat'tan sonraki gelişmelere kronolojik olarak ve laf değil icraat kriterine göre bir bakabilseler, Türkiye'nin haddinden fazla 'istikrarlı' (!) hareket ettiğini rahatça görebilecekler.. Kurtarıcıyı bulunca Başbakan Ecevit, Kemal Derviş'i apar topar ve yalvar yakar Türkiye'ye çağırdı. Kendisini Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine getirdi. Üstelik Kemal Derviş elbirliğince adeta 'kurtarıcı' ilan edildi. Tabii bunun başlangıçta çok büyük faydaları oldu. Kriz sonrasının şaşırmış ve feryat eden Türkiye'si ve her an dağılması beklenen hükümeti, 'kurtarıcısını' bulunca, birden rahatlayıverdi. Bu rahatlıkla önce uzun bir bayram tatiline girdi. Ardından da, Kemal Derviş'in bavulunda (!) Amerika'dan getireceği milyar dolarlar (!) beklentisinin çok erken sevincini yaşamaya başladı. Öylesine bir beklenti ki keyiften, dolar toto oynayanlar bile oldu. Önce Başbakan Ecevit sevinçle "Kemal Derviş'in Amerika'dan gelişini 'umutla' beklediğini" duyurdu. Sonra gazeteler, televizyonlar, "25 milyar dolar yetmez! 40 milyar dolardan aşağısını kabul etmeyiz!" anonsları ve haberleri ile doldu. Haber ve yorumlarda her saat başı çıta yükseldikçe yükseldi.. Tabii bu keyifli beklenti sadece gelecek milyar dolarların (!) hışırtısıyla ve gelecek paranın miktarını tartışarak tezahür etmedi. Ayrıca uzun bayram süresince 'Uluslararası Para Fonu IMF'nin, ne kadar çağdışı olduğunu' da sayın Başbakan'ın ağzından öğreniverdi Türkiye.. 'Kahrolsun IMF!' tepkileri muhalefeti ve muvafıkı ile bir anda sarıverdi Türkiye'yi.. Hem krize 'hain IMFn'in sebep olduğu öğrenilmiş, yani krizin sorumlusu ortaya çıkmış; hem de Türkiye'yi bu krizden kurtaracak kişi jet hızıyla bulunmuştu. Üstelik kurtarıcı Kemal Derviş, bayram mayram dinlememiş Washington'a paraları (bulmaya değil) almaya gitmişti. Millet mahmur mahmur tatilden dönüp, dükkan ve tezgahlarını açtığında, Kemal Derviş de milyar dolarlarla Washington'dan Turkiye'ye geri gelmiş olacaktı.. Yani umutlu, keyifli, muhteşem bir iyimserlik hakimdi o krizin en dorukta olduğu sıralarda Türkiye'de.. Öyle ki kurtarıcı Kemal Derviş'in tek başına Türkiye'yi kurtarıp kurtaramayacağını tartışmaya dahi gerek görmedi.. Hele, hele Türkiye'de bavulundan 25-40 milyar dolar yerine ABD'nin, IMF ve Dünya Bankası'nın destekleyeceği programın nasıl olması gerektiği bilgileri çıkınca bile aldırış etmedi. Dahası, "Bunlarla Türkiye kurtulmaz. Bize program değil, para lazım. Ey kurtarıcı, sen yeşil yeşil dolarları getir, programı falan da boşver! " pozisyonunu ayan beyan ortaya koydu. İstikrarlı gelişmeler Bundan sonra da çok enteresan gelişmeler yaşandı. Önce ABD Büyükelçisi Pearson, koalisyonu oluşturan 3 partinin liderini ayrı ayrı ziyaret edip, programa destek olduklarını birinci elden almak ihtiyacını duydu. Ardından, '15 günde 15 kanun' sloganıyla ve tarihte görülmemis bir hızla IMF ile 18. stand-by imzalandı. Anlaşmanın başlangıç bölümüne, Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz, "Biz bu anlaşmaya sadık kalacağız. Destekliyoruz!" diye üçlü ve de güçlü (!) bir taahhütte bulundular; imza koydular. Sonra da Uluslararası Para Fonu IMF'nin İcra Direktörleri Kurulu, Derviş'in bu programını onayladı. Böylece Türkiye'ye bu yıl toplam 12.8 milyar dolar kredi verilmesi ve bunun da 3.8 milyar dolarlık kısmının hemen serbest bırakılması, kabul edilmiş oldu. Eğer 18. Niyet Mektubu'nda taahhüt edilen şartlar yerine getirilir ve IMF programın uygulamalarından memnun kalırsa, 25 Haziran ve 25 Temmuz'da 1.5'ar milyar dolarlık iki kredi diliminin daha serbest bırakılacağı açıklandı. Yine programın uygulamasından tatmin olma şartına bağlı olarak 3'er milyar dolarlık son iki kredi taksidinin de, 20 Eylül ve 15 Kasım tarihlerinde Türkiye'ye verilebileceği bildirildi. IMF'den yapılan açıklamada ayrıca, hemen verilecek ilk kredi diliminden sonraki 4 ayrı taksit toplam 9 milyar dolarlık kredinin serbest bırakılmasının, programın uygulanmasına, hedeflerin gerçekleşmesine bağlı olduğu ısrarla belirtildi. IMF şimdi Temmuz ayının ilk haftasında görüşmeyi ve serbest bırakmayı planladığı 1.5 milyar doları, Telekom krizinin Derviş'in isteği doğrultusunda çözülme şartına indirgedi. Ama, programın arkasındayız diyen imzacılar, IMF'yi deli etmek için birbirleriyle yarışa kalktılar. Derviş'i doğduğuna pişman edecek davranışlara girdiler. Yani sicillerine uygun bir istikrar sergileyerek, programı kevgire çevirme gayretlerine büründüler.. Evet sürpriz yok! Hadiseler gayet istikrarlı ve bilinen biçimde gerçekleşiyor. TBMM bile gönül rahatlığı ile tatile giriyor. Bütün bunlar iyi güzel de, ya Derviş, "Yettiniz gayri. Bildiğiniz gibi yapın, ben yokum!" derse.. Restini çekerse.. Kurtarmanın da kutarıcının da canı cehenneme havasına girerse... O da, o zaman düşünülür.. Bir başka kurtarıcı bulunur (!).. Değil mi ya?..