Hudson Enstitüsü isimli kuruluştaki kapalı toplantı konuşmaları, dile getirilen felaket senaryoları, büyük gürültü kopardı. Açıklamalar, yalanlamalar, yorumlar ve tartışmalar hâlâ sürüyor. Türkiye'nin hem seçim atmosferinde olması, hem de Kuzey Irak ile ilgili sıcak gelişmeler, toplantıda "beyin fırtınası" şeklinde konuşulan güncel senaryolara ilgiyi artırdı. Bu ilgi artışı da, konunun böylesine yoğun tartışılması da, hem normal, hem de sağlıklı. Ancak Washington'ı tanımadan, ABD'deki mekanizmaları iyi kavramadan yapılan tartışmalar, kör döğüşüne dönüşebiliyor. Bilgi eksikliği, sadece çarpıtmalara değil, herkesin kendi amacına göre kullanabileceği istismarlara da yolaçıyor. Hudson toplantısı Geçtiğimiz hafta 20 Haziran Çarşamba günü yapılan kapalı toplantıdan ilk haberi olan gazeteciyiz. Nitekim konuyu geçen hafta Cuma günkü Washington Mektubu'nda Gazetemiz'de dile getirdik. Yazılı basında konu ilk defa Türkiye Gazetesi'nde yeraldı. Diğer gazeteler olayı Cumartesi günü verdiler. Ayrıca ertesi günü Perşembe akşamı TC Washington Büyükelçiliği'nde Egemen Bağış, Reha Denemeç, Mevlüt Çavuşoğlu'ndan oluşan AK Parti heyetinin basın toplantısında konuyu gündeme de biz getirdik. Egemen Bağış'a "bu toplantıyı ve konuşulan senaryolar konusundaki tepkisini" sorduk. Hudson toplantısı ve senaryoları bu sorumuz ve takiben de Washington'daki Türk gazetecilerinin diğer sorularıyla açığa çıktı. Hem Egemen Bağış'ın cevabı, hem de konuyla ilgili diğer ayrıntılar o andan itibaren, Cuma günkü gazeteler basılmış olduğundan, öncelikle haber ajanslarına, internet sitelerine ve televizyonlarına düşmeye başladı. Elektronik medya ile Cuma günü başlayan bu yayınlar geçen Cumartesi gününden itibaren yazılı ve görsel medyayla Türkiye'nin gündemine iyice oturdu. THINK-TANK/düşünce üreten kuruluşlar Bu özetten sonra biz bugünkü yazımızda, Türkiye ile ABD arasındaki anlayış ve sistem farklarını konu etmek istiyoruz. Böylece tartışmaların ve konunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmayı umuyoruz. ABD'deki sistemin en önemli farklarından birisi, think-tank denen düşünce kuruluşlarıdır. Bunlar iç ve dış her konuda düşünce üretir, beyin jimnastiği yapar, bilgi toplar, kamuoyu oluşturur, ileriye dönük projeksiyonlar ortaya koyar, görüş ve değerlendirme raporlarıyla karar verme sürecine etkide bulunurlar. Resmi ve siyasi partilere ait düşünce kuruluşları olmakla beraber, daha ziyade sivil toplum örgütleri ve vakıflar şeklinde çalışırlar. Bünyelerinde geniş uzman topluluğu bulundururlar. Saygın ve uluslararası etkisi olan düşünce kuruluşlarının yanında, think-tank görünümlü "propaganda-lobi merkezleri" de yaygındır. Buralarda her tür konu, her yönüyle açık ya da kapalı toplantılarda tartışılır. Hayali senaryolar üzerinde kafa yorulur. Böylece düşüncenin her frekansı yakalanarak gündemdeki konular hakkında detaylı bir ufuk turu imkanı ortaya çıkar. Zaten ana amaçlardan birisi de farklı düşünceleri bulmak ve her ihtimali değerlendirmektir. Bu açıdan bakıldığında Hudson toplantısında konuşulanlarda ve katılımcıların fikir beyanında bir anormallik yok. Burada yanlış olan husus, Enstitü'nün daha ziyade İsrail politikaları doğrultusunda çalışan, propaganda merkezi görünümünün atlanmasıdır. Yoksa Washington'da bu tip toplantılar her zaman yapıldı, yapılıyor. Zaten bu toplantılar ham bilgi üretir. İsteyen bu bilgiyi dilediği gibi değerlendirir. Bizde Washington sitilinde düşünce kuruluşu olmadığı ve bilgilenmeyi resmi açıklamalar ile resmi düşünce dışına taşıma alışkanlığı bulunmadığı için, şoka giriyoruz. Türkiye'deki think-tank görünümlü kuruluşlar maalesef daha tek boyutlu düşünme ve propaganda yapma çarkından çıkamamışlardır. Bu sebeple herşeye kızıyor, herkesi düşman görüyoruz. Ham bilgileri alıp değerlendirmek, düşüncenin her frekansını yakalayıp yapacağımız sentezler ve planlamalarla politikalar üretme yerine, duygusal tepkilere yöneliyoruz. Ayrıca uluslararası ilişkilerde duygular, dostluklar değil, "menfaatler" esastır. Bu önemli gerçeği maalesef bir türlü kavrayamadık. Örtüşen menfaatler ve ortak çıkarlar yerine, dost-düşman duygusallığı ile ilişkileri sürdürme zaafımızın sıkıntılarını çekiyoruz. Genelkurmay'ın ve Hudson'ın açıklamaları Tartışmaların Türkiye gündemine ağırlıklı olarak oturması, Hudson Enstitüsü'nünden peşpeşe açıklamalar getirdi. Önce kapalı bir toplantıyı sızdırıanların utanması gerektiği açıklaması yapıldı. Bu aynı zamanda konuşmaların ve katılımcıların teyidi anlamına da geliyordu. Ancak Türkiye'deki tepkiler ve tartışmalar büyüyünce, bu sefer Zeyno Baran küllüyen yalanlama açıklaması yapmak zorunda kaldı. Bu açıklamanın bir yalanlama değil, durum kurtarma manevrası olduğunu zaten herkes biliyor. Öte yandan, toplantıya Genelkurmay'a bağlı araştırma kuruluşu SAREM başkanı Tuğgeneral Süha Tanyeri ve Washington TSK Ateşesi Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu'nun katılmış olmaları, bir başka çarpıtmaya sebep oldu. Bertan Paşa, Washington'daki en aktif askeri ateşelerden birisidir. Türk Silahlı Kuvvetleri Askeri Ateşeliği'nin görevlerinden birisi de bu tür toplantı ve etkinlikleri takipdir. Bundan normal birşey olamaz. Hem açık, hem kapalı hergün yapılan bu tür toplantılara, TC Büyükelçiliğimizden hem ilgili diplomatlar, hem de askeri ateşelerimiz katılırlar. Burada görüş belirtir, beyin jimnastiğine iştirak ederler. Görevlerinin gereğidir. Hudson toplantısının Türkiye'de çarpıtılmasının, ve büyük tepki çekmesinin bir başka nedeni de, Enstitü'nün kimliği ile ilgilidir. Hudson'daki zihniyet, Türkiye'de sadece askerleri muhatap alır ve onların yönettiği bir Türkiye ile "İsrail-ABD-Türkiye" ilişkilerinin daha sağlıklı yürüyeceğine inanır. Hatta yaptıkları analiz ve yorumlarda, Türkiye'de bir asker/sivil çatışması, asker/hükümet bölünmesi olduğunu işlerler. Nitekim bu toplantılara adet olduğu halde, TC Büyükelçiliği'nden hiçbir diplomatımızın çağrılmaması, Hudson'ın çarpık ve istismarcı zihniyetinin bir başka yanlışıdır. Dolayısı ile böylesine afişe olmuş kışkırtıcı bir kuruluşla ilişkilerde, askerlerimizin daha dikkatli olmasında fayda vardır. ... Sonuçta Hudson toplantısı, yanlışlarına ve çarpıtmalara rağmen, birçok gerçeğin, anlayış ve kavrayış farklılıklarının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Bu yönüyle ders alınacak gelişmelere ışık tutmuştur. Ancak bizi üzen husus, Washington gerçeklerini iyi bilmeyenlerin, maksatlı ya da cehaletle, hem Ordu düşmanlığı istismarına alet olmaları; hem de Türkiye'ye zarar verecek çarpıtma ve kışkırtmalara çanak tutmalarıdır. Dileriz gerekli dersler alınır ve bu zararlı eğilimler bir daha tekrarlanmaz.