28 Şubat “Postmodern” darbesinden 22 yıl sonra darbeye giden yolun taşlarının darbecilerin talimatıyla manşet atan medya ve aydınların suskunluğu ile döşendiği söyleniyor.
Darbe öncesi aydınların susması darbecilere CESARET verir. Soljenitsin’in “Cesaret kavramı altında yalnız madalyaları şıngırdayan kimseleri anlamaya alışmışızdır. Diğer cesaret türünü ya da medeni cesareti unuttuk…” sözü umum içindir ama öncelikle aydınlar ve siyaset eliti için olmamalı.
15 Temmuz başarısız darbe girişiminde kuluçkadaki darbecilerin fiiliyata geçmesinin ardında da bu suskunluk yatar. Darbelerin hâkim bulunduğu ortamlarda ilan ve itiraf edilmeyen bir “suskunluk yasası” geçerli bulunmakta, darbeler yıkıcı etkisini sosyal, kültürel ve bilimsel alanlarda göstermektedir.
28 Şubat ve 15 Temmuz darbeleri öncesinde darbenin gerçekleşmesini engelleme ve meydana gelmesi durumunda ise hasarı azaltıcı müdahalelerin yapılması yönünde ne aydınlar ne de siyaset elitler yeterli çaba gösteremediler.
Oysa darbe sonrası ortaya çıkan yeni siyaset düzeni, ekonomik politika ve uygulamalar uzun vadede kimseyi mutlu etmediği gibi darbelerin öncül aktörleri bile suskun aydınlarla birlikte varlıklarını devam ettirmek için demokrasinin savunma haklarına sığındılar.
“Bu darbe ve bütün darbelerde darbecilerin talep ve talimatlarına uygun manşet atanlar anayasayı ilgaya teşebbüs suçunun ortaklarıdır.”
Stanley Kramer'in gerçek olaylara dayanan 1961 yapımı Nüremberg Duruşması (Judgment At Nüremberg) filmi savaş öncesi Almanya’sında aydınlar ve siyaset eliti tarafından gelecekte acı verici olaylara yol açacak antidemokratik uygulamalara neden müdahale edilmediğinin sorgulanması ve aydınlarla yapılan bir yüzleşmedir.
II. Dünya Savaşı sonrasında Müttefikler, Üçüncü Reich (Naziler) döneminde “hâkim” olarak hizmet eden isimleri yargılamaktadır. Davalılar "kanun adına" işledikleri suçlarla itham edilmektedirler. Yargılanan hâkimler ise, yaptıkları adaletsizlikleri "ülke çıkarları" gerekçesiyle savunmaktadır.
Yargıç Dan Haywood karar duruşmasında hükmü açıklamadan önceki gerekçe konuşması, darbelerin kuluçka döneminde baskı altındaki “aydınların” nerede durması gerektiğine ışık tutmaktadır:
“... Herr Rolfe çok başarılı bir avukat, Almanya’da meydana gelen olayların sorumluluğunu paylaşması gereken bir sürü insan olduğunu belirtti. Bu sözlerinde gerçek payı var. Ancak mahkeme heyeti, sanık sandalyesinde oturan kişilerin yaptıklarından sorumlu olduklarını söylüyor. Başka adamları yargılarken siyah cübbelerini giyen, maksadı insanların yok edilmesi olan yasaların ve emirlerin uygulanmasını sağlayan, Almanya’nın asıl yasalarına aykırı olduklarını bile bile yeni yasaların uygulanmasında yüksek mevkide aktif olarak görev alan bu adamlar!.. Tüm medeni toplumlarda ceza kanunlarının ortak bir yanı vardır. Başka birini cinayete azmettiren cinayetin işlendiği silahı sağlayan suça şu ya da bu şekilde karışmış olan herkes suçludur…”
Bir toplumun nereye gideceği ile ilgili gözlemlerde “aydın”ların rolü çok büyük ve bu onları sorumlu kılıyor. Hatta sorgulanan darbelerde Yargıç Dan Haywood’ın görüşüyle darbe sürecindeki suskunlukları onları suç ortağı yapıyor.
Darbe öncesi şartların olgunlaşması ve darbeci yasaların yürümesi sürecinde aydınların dili, yeterli ve cesurca olduğunda bir ulusun geleceğini aydınlatabilir...