Zor zamanlar, insanların ne mal olduklarını anlamak için bize fırsat verir. Herkes karakterini ortaya kor. Mert mertliğini namert namertliğini gösterir. 1939 yılı Anadolu Zelzelesinin çok bilindik acı kayıplarının arkasında böyle bir hikâye saklıdır.
26-27 Aralık 1939 tarihinde Erzincan merkezli çok şiddetli bir zelzele olur. 7,9 Rihter ölçeğine göre büyüklüğü 7,2 olan Amasya’ya kadar uzanan deprem sonucunda toplam 32.962 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100.000 kişi de yaralanmıştır. Oluşan deprem neticesinde yıkılan bina sayısı 116.720’dir.
Meclis'te okunan kara haber şöyleydi.
"Gece saat 2 sıralarında Erzincan’da çok şiddetli bir zelzele oldu. Bu zelzelede Hükümet Konağı, Ordu Müfettişliği, Orduevi, Postane ve şehrin en sağlam binaları dâhil olmak üzere bütün evleri ve dükkânları yıkılmıştır. Şehir baştanbaşa enkaz yığını halindedir. Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüşlerdir. Şimdiden birçok ölü ve yaralı tespit edilmiştir, birçok nüfus enkaz altındadır...”
Başbakan Refik Saydam felaketin büyük olduğunu belirterek yardım istiyor. Kızılay bir tren yardım malzemesi yüklüyor ama Kemah-Erzincan arasında demiryolu hattı heyelan ve köprülerdeki çatlaklar yüzünden kapanmış, trenler bekletildiğinden yardım Erzincan’a birkaç gün sonra ulaşacaktır. Yardımın Erzincan’a ulaşması için kopan yol uçları bağlanmaya çalışılıyor. Gıda ve yiyecek yardımının yanı sıra yardım için koşan insanlar yolun açılıp trenlerin yol almasını beklerken 14 kilometre ötede bir trajedi yaşanmaktadır.
Can pazarı yaşanan şehirde ise bütün sokaklar enkaz halinde ve temizlenemiyor ve enkaz altındaki yaralılara ulaşılamıyor. Çarşı tamamen yıkılmış ve yanmış, şehirde yiyecek, içecek ve barınak yoktur.
Enkaz altındakilere enkazdan çıkanlar çıplak elle yardıma çalışıyor. Yardıma ilk koşan askerî birlikler ve hapishane mahkûmlarıdır.
Deprem cezaevinin duvarlarını yıkmış, açık hale gelen cezaevinden şaşkın bekleyen ve kaçmayan mahkûmları bir araya toplayan Savcı İzzet Akçal, “Kurtarma çalışmalarında görev almak için sizi serbest bırakıyorum. Yakın köylerde ailesi olan varsa görsün gelsin, ama şartım kimse kaçmayacak. Canla başla çalışacak ve işiniz bitince cezaevine döneceksiniz” der.
Mahkûmlar günler ve geceler boyu şiddetli soğuk ve buza aldırmadan enkaz altından hayat kurtarmaya çalışır. Attıkları her adımda ya bir kola ya bir bacağa ya da cansız bir başa rastladılar. Basmamak için adım atacak yer bulamadılar. Toz ve topraktan yüzleri belirsiz, soğuktan titreyen şuursuz vaziyette yaklaşık bin kişinin hayatını kurtarır ve tek bir mahkûm bile kaçmaz.
Askerlerle birlikte enkaz altından çıkarılan ölülerin defni mümkün olmadığından kadın, erkek, çocuk yarı çıplak vaziyette kısmen parçalanmış yüzlerce cesede aç köpekler saldırmaya başlar. Saldırılara karşı başlarına konan silahlı nöbetçilere rağmen saldırılar durmadı.
Bunun üzerine Terzibaba yolu üzerinde daha önce mezarlık iken şehir parkına çevrilen AK Mezarlıkta 40x40 metre kutrunda büyük bir çukur kazıldı. İçi taş duvarlarla sağlama alındı ve cesetlerin kimlik tespiti mümkün olduğunca yapılıp plakalar halinde boyunlarına bağlanarak topluca buraya defnedildiler...
Bir zaman sonra, kurtarma ve yardım çalışmalarına katılan mahkûmlar 1940 yılında çıkarılan özel bir kanunla affedilip evlerine döndüler.
Bugün dışarıda gezen çoğu insan o günkü içeride yatan mahkûmlardan ders almaya muhtaçtır, çünkü günümüzde "fay hatları" ve "çatlaklar" ruhlarda!..