Ayasofya özgürlüğüne kavuştu...

A -
A +
 
Danıştay'ın, Ayasofya'ya müze statüsü verilmesini öngören 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ibadete açılmak üzere Ayasofya'nın Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilmesine yönelik kararı imzalamasının ardından Batı ülkelerinden tepkiler de gelmeye başladı.
Ayasofya, bizim için “Türkiye’nin hükümranlığının, bağımsızlığının sembolüdür...” Peki, Ayasofya’yı dış dünya için de böylesine önemli kılan nedir?  
Ayasofya İstanbul, Fetih ve Fatih'in sembolüdür. İstanbul'un fethi Hristiyan Batı'da travmanın ötesinde felaket olarak kabul edilmiştir. Ayasofya vakıf, ibadethane (cami)nin ötesinde "Bağımsızlık sembolü" ve Türk’ün egemenlik hakkıdır.
1918'de İstanbul işgal edilince işgal güçleri Ayasofya'yı müze yapmış olsaydı, işgal sonrasında müzeyi camiye çevirmek kolay olurdu. Ama Fatih Sultan Mehmed Han'ın vakfı olan "Ayasofya Camii"nin sahte bir kararname ve sinsi bir plan ile müzeye çevrilerek ibadete kapatma planı bütün Müslümanların kalbinde tedavisi olmayan yara açarken Batı’yı da mutlu etmişti.
Batı mutluydu, çünkü kapı içeriden açılmıştı ve bir taşla iki kuşu vurdular.
Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Serdengeçti" dergisinde (Ağustos 1952) "Ayasofya!.. Ey muhteşem mabed!.. Merak etme, Fatih'in torunları yakında bütün putları devirip seni camiye çevirecekler. Gözyaşları ile abdest alarak seccadelere kapanacaklar... Tehlil ve tekbir sedaları boş kubbelerini yeniden dolduracak... İkinci bir fetih olacak..." satırlarındaki feryadı bugün gerçekleştiğinde;
Fethin sembolü Ayasofya’nın 86 yıl sonra müzeden camiye dönüştürülmesi kararı bu defa Batı’da büyük öfke,matem ve endişeye yol açtı. Bunun ne anlama geldiğini Batı’da bizim kadar farkında. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Charles Sherrill Türkiye ile ilgili yazdığı eserinde 23 Ocak 1933 tarihinde bir Kadir Gecesini şöyle anlatmış;
"Ayasofya’da on binden fazla Müslümanın, her şeyi unutup kendilerini bütün ruhları ve kalpleriyle kâinatın yaratıcısına dua edişlerini seyretmek Müslüman olmayanlara dahi büyük bir heyecan verir. Burada yapılan dualar, o insanların kalplerinden doğruya Tanrı'ya (Allahü tealaya) ulaşmaktadır... Arada Hristiyanların papazlarına benzer hiç kimsenin yardımı ve kılavuzluğu olmadan doğrudan doğruya Tanrı'ya (Allahü tealaya) yakaran, O'nunla hemhal olan Müslümanların bu saati, ibadet heyecanının en yüksek noktasına vardığı yüceleştiği saattir...
Ben 23 Ocak 1933 günü akşamı Ayasofya'da gördüğüm bu ibadeti oradaki Müslümanlarla birlikte duyduğum heyecanı Hristiyanların yaptıkları hiçbir ibadet toplantısında görmediğimi, böylesine duygulu ve heyecanlı bir ibadete hiçbir yerde şahit olmadığımı rahatça söyleyebilirim... Bu ibadet sırasında, bu kalabalığın heyecanını harekete getirmek için ne belagatle konuşan bir din adamı ne de bir müzik vardı..."
ABD eski Savunma Bakanlığı Danışmanı Samuel Huntington’un “Türkiye; iki kültür arasında sıkışmış nereye ait olduğuna bir türlü karar veremeyen şizofren bir ülkedir. Mekke'yi reddettikten ve ardından Brüksel tarafından reddedildikten sonra, nereye bakar Türkiye?..” diye tanımladığı Türkiye nereye ait olduğunu hatırladı!..
Türkiye’nin Ayasofya kararını "üzüntü verici" bulanlarla birlikte Almanya Avrupa politikaları sözcüsü Florian Hahn gibi "Gerekli sonucu çıkarıp cesaret göstererek, Türkiye ile yürütülen Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerine son verilmesi gerekir...” diye kuduranlar da var.
Geri dönüşü olmayan bir yolda özellikle AB ülkelerinin bundan sonraki Türkiye ile ilişkileri “iyi geçinmek" üzerine olacaktır.
Buna mecburlar, çünkü "PKK'yı kurarak Türkleri biz 'süper güç' yaptık farkında olmadan. Onlar sınırları içinde küçük, geri kalmış, fakir bir devletti, çomağı biz soktuk. En büyük hatayı burada yaptık…” diyen onlar değil mi?..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.