Başkan Erdoğan’ın geçmişte de seçimler öncesi seçmen temayülünü anlamak için kullandığı belirtilen bir usul var. “Seçmenin nabzını tutmak için sadece meydanlara bakmak yetmez. Neticede oraya teşkilatların çalışmalarıyla bir kitle geliyor. Asıl balkonlara ve yol kenarlarına bakacaksınız. Eğer yol boyunca insanlar balkonlara çıkıp yol kenarlarına gelip sizi karşılıyorsa, sevgi gösterisinde bulunuyorsa orada size bir teveccüh var demektir.”
Balkon ve yol kenarlarındaki insanlar toplumun merkezi ve siyasetin belirleyicisi.
Çok yoğun bir sosyal, siyasal değişimden geçerken hedef kitlenin meydanlardaki değil “Balkon ve yol kenarlarındaki insanlar “ olduğu geçte olsa fark edildi.
Hayatın pratiği toplumdaki sosyal çözülmenin endişe verici olduğunu doğruluyor. Çoğu insanın ölürken neden daha fazla para kazanmadıklarına değil neden daha çok eşi, çocukları ve dostları ile birlikte olmadıklarını, kendilerine zaman ayırmadıklarını, ibadet etmediklerini, iyilik yapmadıklarını, söyleyerek geçip gitmelerine şahit oldum.
Bu durum, sokaklarda, ailelerde ve iş yerlerinde yüzü gülen, mutlu, kendisi ve çevresi ile barışık, geleceğinden endişe duymayan, geleceğe umutla bakan insan sayısında ciddi azalmanın sonucudur. Sınır tanımayan değişimin en sonunda “Balkon ve yol kenarlarındaki insanlara…” kadar ulaşması çok önemli çünkü bu kesim toplum vasatını temsil ediyor.
Daha önemlisi gidişin finalini gösteriyor…
Çoğu uzman “bizim üzerinde durmamız gereken sıkıntı şu; Türk insanının giderek psikolojisi bozuluyor, herkes kavga etmeye hazır vaziyette ve mutsuz. Çünkü öfke ve şiddet haberleri ile şarj oluyoruz…” görüşünde.
Sorumsuz ve sınırsız medya rejimi, toplumun ruh sağlığını güve gibi kemiriyor. Bir çeşit Çin işkencesi gibi. Süreklilikte inanılmaz bir güç var. Eski Çin’de hükümdarlar savaş esirlerine işkence yapmak istediklerinde, esirlerin elleri ve ayaklarını bağlar, onları sürekli gece ve gündüz tıp tıp damlayan bir su torbasının altına koyarlarmış. Sürekli kafaya düşen bu su damlaları en sonunda çekiç darbelerine dönüşür ve zavallıyı delirtirmiş.
Bugün yaşadığımız kültür ve medyatik saldırılar (bir ekran görüntüsü, akıllı telefona –Dınggg… diye düşen kimliği meçhul bir mesaj) adamı delirtmiyor ama yorgun, yılgın, bezgin ve kavgacı yapmaya yetiyor. Eğitim, kültür, medya, gençlik ve şehircilikteki büyük eksiklikler ve yanlışlıkların ön açtığı “kültürel şizofreni” toplumun düşünme, duyma, zevk ve yaşama biçimlerine yön ve şekil verdiği gözleniyor.
İstanbul seçimlerinin ardından yeni bir dönem, yerel ve ülke gündemi için uzunca bir icraat dönemi başlayacak. İyi kullanıldığında bu dönem sosyal kirliliği-çöküşü frenlemek için bir fırsata dönüşebilir.
Bu değişimi seçmenin teslimiyetçiliği değil, taban siyasetçilerine verdiği yön belirleyecek. Yıllardır temel meselemizin derslik sayısının değil güçlü ve köklü bir eğitim-kültür politikası, şehircilik politikası, gençlik politikası, medya politikası olduğunu söyleyip duruyoruz.
Siyasetçi fark etmeli ki, balkondaki adamlar artık bunların nasıl ve ne kadar uygulandığına bakıyor…