Silah lobileri, kişisel ihtiraslar, artan İslamofobik duygular ve yabancı düşmanlığı ile insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, evrensel barış, uluslararası kurumlar ve değerler ne varsa mazlumlarla birlikte toprağa gömülüyor.
Hayatta kalanlar harap olmuş ülkelerini terk ederken yaşanan acılar o kadar sıradan hâle geldi ki günlük konuşmalar arasında kaybolup gidiyor. Üstelik hemen yanı başımızdaki yangını içeriye sıçratma gayretleri sürerken.
“Dedi ki demiş...” çapındaki TV muhabbetlerinde bir haftadır sürüp giden “Kimliği meçhul bir CHP’linin Saray'ı ziyareti” hikâyesi ile meydan mitingi gibi tartışmalar bu gerçeği ne kadar örter.
Siyaseten hiçbir kıymeti olmayan bu ekran tartışmaları devam ederken Başkan Recep Tayyip Erdoğan, 35. İSEDAK (İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi) Toplantısı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada “İslam âlemi terörden iç çatışmalara cehalete kadar pek çok tehditle yüzleşiyor. Buna Batı'dan yabancı düşmanlığı ekleniyor. Neye ve kime hizmet ettiği aşikâr olan terör örgütleri camilerimizi, okullarımızı, pazar yerlerini kan gölüne çeviriyor. Açlık ve sefaletin en yoğun hissedildiği ülkeler ne yazık ki yine İslam ülkeleridir” diyor. Sayın Erdoğan’ın “Rabbimizin bize sunduğu doğal kaynaklarımız ne yazık ki halklarımızı değil Batı ülkelerini zenginleştiriyor. Yaşananlarda güvenlik konseyi gibi kurumların acziyetinin büyük rolü vardır” cümlesiyle ifade ettiği mahkûmiyetin faturasını güvenlik konseyi gibi ne olduğu malum kurumların acziyetine(!) kesmek olayı çözer mi?
Evet, Müslümanlar olarak üzerimize serilen ölü toprağından hâlâ kurtulabilmiş değiliz ama üzerindeki toprağı ilk silkelemesi gerekenler siyasetçilerdir. Mevcut siyasi partilerde mutlu olmayıp kendisine yeni siyaset alanı kurgulayanların da bu durumdan hiç bahsetmeyip “dedi ki demiş”le yaptıkları siyasetin artık Türkiye’de karşılığı olmaz...
Ali Babacan, önceki gece katıldığı televizyon programında yeni partisini hayata geçireceklerini açıkladı. Yeni parti projesi olarak kendilerine göre AK Partiden savrulmalarının gerekçeleri var. Bu gerekçelerin AK Parti seçmeninin farklı yollardan izah ve iknaya gayret ettiği sapmalarla alakası yok. Yeni parti yerine dışarıdan kendilerine göre ıslah edilmiş yeni bir AK Parti (!) kurguluyorlar. Garabet bir durum yeni ve farklı daha önce söylenmedik sözler yok.
Demek ki farklı yerlerde duruyor ve farklı bir Türkiye görüyor, farklı hedefe yürüyorlar. Bu yolun sonu anlaşılıyor ki açık hedef Sayın Erdoğan.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin devamı için yüzde 50 artı 1 oya ihtiyaç var. Fren yaptırmak için de temeli yakın geçmişte atılmış muhalif ittifakların güçlendirilmesi gerekir. Dışarıdaki malzeme yetmeyince içeriden koparma hamlesi yapılıyor.
“Bizim ittifak derdimiz yok” demeleri inandırıcı değil, kuracakları parti Cumhur İttifakı’nın içinde yer alacak olsa, AK Parti’den ayrılıp böyle bir yola girmezdi. Mecburi istikametleri hayır deseler de Millet İttifakı’nın yanında durup değirmene su taşımak.
Yeni siyaset hareketleri ancak halkın talepleri ile karşılık bulur. Bunun yolu yukarıdan bindirme değildir. Sadece suni manevralar ile siyasette alan bulmak mümkün değil ve olmadığı siyaset geçmişimizdeki başarısız örneklerle ortada. Yeni parti hareketi içindekiler de bunu bilmeyecek kadar siyasetin gerisinde değil.
Dışarıdan siyasete müdahalenin asıl hedefi, Türkiye’nin ekonomik, kültürel, siyasi gelişmesini durdurarak geçmişi hortlatmaktır. Türkiye’nin, Orta Doğu başta olmak üzere dünya siyaset platformunda yer alması, son olarak Barış Pınarı Harekâtı ile ABD’nin Suriye’deki hain planının bozulması, eski Türkiye gibi isteklerine evet dememesi hortumları kesilenleri çılgına çevirdi.
Bunları konuşup tartışmak varken “Saray'a giden CHP’li kimdi” diye ekranlarda “dedi ki… demiş ki...” gibi tartışmalar hiçbir siyasetçiyi yukarı taşımaz.
Zaten doğru cevap şıklarının hiçbiri… çünkü “Saray'a giden yoktu!.."