Steven Paul Jobs, (1955-2011) Apple Computer’ün kurucu ortaklarından biridir. Ölümünden beş hafta öncesine kadar Apple’de CEO olarak görev yapmıştır. Bilgisayar endüstrisinin önderlerinden olarak kabul edilir.
Ancak onun hatıralarda kalan 2005'te Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yapmış olduğu konuşmadır. Bu konuşmasında “17 yaşımda iken, ‘Her günü son gününüzmüş gibi yaşıyorsanız, bir gün mutlaka haklı çıkarsınız’ şeklinde bir yazı gördüm. Bu söz oldukça derin bir etki bıraktı bende. O zamandan beri geçen 33 yıl boyunca her sabah, aynada kendime ‘Bugün hayatımın son günü olsaydı, bugün yapacağım şeyleri gerçekten de yapmak ister miydim?’ sorusunu sordum” diyor...
Bu soruyu ne kadar insan kendisine sormuştur bilinmez. Ancak insanın gerçek bir hesaplaşma olan ölümle yüzleşmeden doğru cevap vermesi çok zor. İnsana yakın zamanda ölebileceğini hatırlatan böyle bir tecrübe çoğu insanın hayattaki en büyük seçimlerini yaparken yönünü değiştirir. Tıpkı Salih Gökkaya gibi…
Ömrünün 50 yılını komünist ideoloji yolunda harcayan Salih Gökkaya, daha sonra İslâm’la müşerref olarak vefât etmiştir. Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun şeref misafiri olarak Belgrad’a davet edildiğinde ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito’yu ziyaret eder. (Halit Ertuğrul, Kendini Arayan Adam, s. 105)
Tito’nun son anlarına şahit olan Salih Gökkaya anlatıyor:
-1980 yılında Yugoslav Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun şeref misafiri olarak Belgrad’da bulunuyorduk. 83 yıllık ömrünün 70 yılını Yugoslav komünizmi uğruna harcamış olan bir komünist liderin hasta yatağında pervaneler gibi etrafında hizmetçiler dönüyordu... Milyonlara hitap eden o dil ve çene düşmüş, eller ve bacaklar tam bir değnek hâlini almıştı. Gözleri yaşla dolmuş, dudakları titriyordu, yüzünde öylesine acı ifadeler şekilleniyordu ki... Bu durumu hissedince teselli vermek için dedim: “Efendim ölüm sizi korkutmasın. Belki maddeten aralarından ayrılacaksınız ama, yaptığınız inanılmaz hizmetinizle kalplerde ebediyyen yaşayacaksınız...”
Ölüm kelimesini duyunca sanki depreme tutulmuş gibi titrediğini gördük.. Ağlamaklı ifadelerle söylediği şu cümleler kulaklarımda çınlıyor: “Evet” dedi. “Ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli olan sizler, bu yaşta anlayamazsınız... Dostlardan, sevdiklerinizden, unvandan, makamdan ayrılmak, dünya güzelliklerini kaybetmek çıldırtıyor...
Yoldaşlarım; size açık kalple bir şey itiraf edeyim. Ben öldükten sonra toprak olacaksam, diriliş, ceza ve mükâfat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ben ebedî azap görecek olduktan sonra yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim, alkışlanacakmışım neye yarar?
Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan böcekleri, yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marx, Engels, Lenin yapamıyor. İtiraf etmek zorundayım... Ben Allaha, Peygambere ve Âhirete inanıyorum. Artık dinsizlik bir çâre değil... Düşünün, şu kâinatın bir yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu lâzımdır. Bence ölüm bir son olmamalı. Mazlum ölenlerle, zâlimane gidenlerin bir hesaplaşma yeri olmalı. Hakkı olan hakkını ve suçlu cezasını görmeden gidiyor, böyle keşmekeş olmaz...” Salih Gökkaya-Zafer: sh.160)