“Nikap” yüzü örten, maske, yüz örtüsü, peçe demektir. Bizim biraz farklı olarak Covid-19 salgınında korunma için kullandığımız “maskenin” benzeri ama nikap, virüsten korunma değil yüzü saklama maksatlı kullanılırmış.
Bu arada, son günlerde havaların ısınması üzerine seyahatlerin yoğunlaşması salgınla mücadeleyi gevşetince muhtemelen çoğu ilde maske kullanımı zorunlu hâle gelebilir deniyor. “Maske” gündemiyle nefesimizi daha fazla daraltmadan sözü beğeneceğinizi umduğum “Maske” ile başlayan bir kıssayı sizinle paylaşmak istedim...
Feridüddin-i Attar (Muhammed bin İbrahim 1119-1230) İslam âlimlerinin büyüklerinden olup Moğolların Bağdat katiamında 115 yaşında iken şehit edildi. Mevlâna Celaleddin-i Rumî çocuk yaşta iken Babası, Sultanu’l Ulema (Bilginlerin Sultanı) Muhammed Bahaeddin Veled ile Attar’la Bağdat'ta tanışıp görüştü. Attar hazretleri; Mevlâna’ya tasavvufu kuşların ağzından anlattığı el yazması eseri “Kuşlar Meclis” olarak bilinen, “Mantık-ut-tayr” kitabını hediye etti.
Hatırlayacaksınız, Şems-i Tebrizî, Konya’da ilk tanışmalarında Mevlâna’nın kitaplarını su havuzuna attığında üzülmesin diye kuru kalan tek kitaptır “Mantık-ut-tayr.”
Feridüddin Attar hazretleri işte bu kitapta naklediyor ki;
Mısır’da başlayan kıtlık Kenan diyarına da ulaşınca Hazreti Yusuf’un ‘aleyhisselam’ on kardeşi kıtlıktan bunalmışlar, dertlerine bir çare arıyorlardı. Yakub aleyhisselam oğullarına “Mısır’a gidip biraz buğday getirin. İşittim ki Mısır Sultanının bir haznedarı varmış ve tahıl ambarları onun elinde imiş…” diyerek on oğlunu gönderdi.
On kardeş uzak bir yol aşarak Hazreti Yusuf’un ‘aleyhisselam” kapısına gelip çaresiz kalarak hâllerini anlattılar,
Kardeşlerinin Mısır’a geldiğini öğrenen Yusuf aleyhisselam onları sarayında yemeğe davet etti. Bir araya geldiklerinde kardeşleri onu tanıyamadılar zira Yusuf aleyhisselamın yüzünde bir “Nikap-Maske” vardı...
Yusuf aleyhisselamın önünde de bir tas duruyordu ve eliyle vurunca tastan bir ses, bir inilti duyuldu.
Hikmetler bilen Yusuf aleyhisselam dedi ki; “Hiç biliyormusunuz, bu tas ne diyor?..” On kardeş hep birden ağızlarını açıp “Ey hakkı tanıyan aziz, tasın sesinden kim anlar ki?” dediler.
Yusuf aleyhisselam o vakit dedi ki: "Ben iyice biliyorum o ne diyor, fakat siz anlamazsınız. Diyor ki; evvelce sizin bir kardeşiniz daha varmış, sizden daha güzelmiş, adı da Yusuf’muş. Hem de sizden küçükmüş...”
Sonra tekrar tasa vurup dedi ki: "Siz hep bir olarak onu kuyuya atmışsınız!.. Sonra da suçsuz bir kurdu öldürmüş Yusuf’un gömleğini onun kanına bulamış Yakub’un ‘aleyhisselam’ gönlünü kanlara gark etmişsiniz. Babanızı yakmış, Yusuf’u da köle diye satmışsınız!..”
Yusuf’un kardeşleri bu sözleri duyunca şaşırıp kaldılar! Ekmek almaya gelmişken eriyip su kesildiler. Evvelce Yusuf’u satmışlardı şimdi âlemi sattılar. Yusuf’u kuyuya atmışlardı ama şimdi hepsi de bela kuyusunda kaldılar…”
Feridüddin Attar hazretleri burada diyor ki: “… Bütün bunlar insanın hâlini hikâyeden ibarettir. Birisi çıksa da tasımıza vursa yok mu, yakışmaz işler bundan çoktur…
Bir gün herkesi uykudan uyandırırlar, tasına vururlar... Kulağa o kadar tas sesi gelir ki bilmem kimin aklı fikri kalır?..
Bu “Dünya” baş aşağı çevrilmiş dertle dolu bir tastır...