"Bu it satılık mı?"

A -
A +

Bir yolculukta yan koltukta oturan akademi öğrencisi şunu sordu:

"Başarısızlığa yol açan nedir?"
Bir sürü şey söyledim ona ama verdiğim cevaplar beni de memnun etmedi. Sonra şöyle düşündüm bir sürü başarılı insanın içindeyim ama niye başarısızlarla hiç işim olmadı? Araştırmaya değer deyip başladım.

Doğrusu bu araştırma işinde uzun yıllar bende okuyucuya "vay canına" veya "hadi canım sen de" dedirtecek farklı cevaplar aradım. Derken zirveye tırmanırken damdan düşüp, önce dip sonra da tekrar zirve yapan bir adama rastlayınca farklı bir yol haritası çıktı. Bu öyle bir yol ağzı ki birinin önünü keserken diğerine yol açıyor birinden kaçarken öbürünü kovalıyordu, tıpkı gölge gibi. Bu adam İstanbul'a taşı toprağı altın diye gidip elinde avucunda ne varsa yiyip bitiren 'züğürt ağa'lardan biriydi.

Kendisi anlatıyor: "Eldeki minibüsü de son alacaklıya kaptırdıktan sonra beş parasız ve umutsuz bir halde akşama yakın denizde sahile indim. Niyetim bozuk, taşlık kayalık kimsenin olmadığı bir yer bulup oturdum... Güneş batıncaya dek salya sümük hüngür hüngür ağladım. Senin neyine kalmış gözünü yukarılara dikmek behey adam dedim şimdi dip yaptın, dedim. Kendime olmadık laflar söyleyip durdum ama hiçbiri kendime olan öfkemi ve kızgınlığımı sindirmedi. Sonra bir ara baktım nereden çıkmış belli değil kocaman beyaz olduğu zor anlaşılır bir köpek. O kadar kirli ki beyaz olduğunu zor anlarsın. Gidip gelip etrafımda dolaşıp sırnaşıyor. Yılışma lan dedim. Koskoca İstanbul'da yılışacak beni mi buldun, git işi rast gidenlerle oynaş... Oralı olmadı benimle beraber oturup denizi seyretti. Ben ağladıkça başını uzattığı ön ayaklarının üzerine koyup beni izledi. Zaman ilerledikçe önce ite sonra kendime acıdım. İkimize de yazık dedim. Kızmayı bıraktım. Gel dedim olan oldu biten bitti. Herhalde kafayı yedik dedim. Bir süre sonra bunun da zaten sonu yok, diyerek kalkıp gitmeye karar verdim. Nereye gideceğimi de bilmiyorum öylesine Sarayburnu'na doğru yürüyeceğim ama baktım it peşimde. Karşıya geçeceğim peşimi bırakmıyor. La havle, arabaların altında kalacak diye korktum belimden kemeri çıkarıp tasma yaptım öylece sahil yolunda yürüyoruz. Kendime, 'dengini buldun' diyorum. Bir acayip manzara sağdan soldan insanlar merakla bakıp geçiyor. Derken arkadan bir ses;

-Hemşerim hey kardeş!

Dönüp baktım tanımadığım üç beş kişi orta yaşlı bir grup büyükçe bir çay bahçesinin önünde oturuyor. Ayakta olan seslendi;

-Bu it satılık mı? dedi. Düşünmeden atıldım;

-Anlaşırsak satarım, dedim. Ama ne beynim ne dilim kontrolümde değil. Sürpriz müşteri devamla, 'olur, olmaz adamlar geceleri bahçeye atlayıp zarar veriyor. Bağlarım bir köşeye, gören cesaret edemez caydırıcı olur, zaten eski bir köpek kulübemiz var' dedi. Elimi uzattım;

-Elli lira, dedim. o günkü para. Adam itiraz etmedi elli lirayı verip benim kemerin ucundan tuttu. İt bana baktı ben ona hemen başımı eğdim. Utandım ondan yüzüne bakamadım onu sattığım için, akşamın çöken karanlığına sığındım. Koşar adım uzaklaşırken adam arkadan seslendi;

-Hemşerim bunun adı ne?

-Cesur... diye bağırdım..."

Hikâye burada bitiyor ve bir hayatın yıkık duvarları tekrar örülmeye başlıyor.

Öğrenci tekrar sordu: "Bu hikâyenin ana temasına ne diyeceğiz?"

Cevabım kısa oldu: "Ona kader diyoruz..."

Siz olsaydınız cevabınız ne olurdu?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.