Dağda kimsen var mı?

A -
A +

Diyarbakır başta olmak üzere operasyonların sürdüğü bölgelerde incelemelerde bulunan AK Parti heyeti hazırladığı tavsiye raporunda “devlet gücünü göstermeli” demiş. Tahribat bölgelerindeki fiziki, ekonomik ve psikolojik tahribatın yaralarının sarılması bundan sonra bölgedeki hayatın kalitesini de belirleyecek. 

Öncelikli mesele bölgede torpillenen hayatın yaralarını sararken torpilleyenleri hayatın ve bölgenin dışına atmaktır. Bölgede hayatı tahrip edenleri başka ülkelerin sınırları içinde, Kandil'de aramaya gerek yok. İçerde çözüm süreci zarar görmesin diye hendek kazanlara sırt çevirenler asıl “kuyumuzu kazanları” da ihmal ettiler.

Kamu otoritesini yeniden sağlamak, barışı tesisi etmek için hendekleri kapatıp harap olan meskenleri, mabetleri, iş yerlerini onarıp yeniden inşa etmek yetmez. Çok daha fazla ve farklı bir tedbirler gerekiyor. Bu noktada en önemli eleştiri hedefinde bölgedeki yerel yönetimler var.

Barışı öldürmek için elinden geleni yapanların başında bazı yerel yönetimler geliyor.

Meclis kürsüsünde, gazete köşelerinde, riyaset koltuklarında “Kürtlerin temel haklarını kullanmalarının önündeki bütün engeller kaldırılmalı” diyenler; kazma, kürek ve hendeğe siyaseti ve Kürtlerin huzurunu feda edenlerdir. Ama bölgeden göç ederek huzur alanlarına göç eden bölge halkı, Kürtlerin hayat hakkını kimin gasbettiğine en güçlü cevaptır. 

Şerafettin Elçi, “Otuz senedir savaş ortamındayız, 'fırtına çocukları' dediğimiz bir öfkeli nesil yetiştirdik. Bu neslin birden değişmesi zor, ama imkânsız değil. Eğer beklentilerinin, temel hak ve özgürlüklerinin gerçekleştiklerini görürlerse ikna olurlar. Meclis'in bu sorunu çözmesi şart, eğer çözemezsek sorunun çözümü artık imkânsız hâle gelir. Bir süre sonra öfkeli çocuklar iktidara gelecek, bu fırtına çocuklar egemen oldukları takdirde sorunu çözmek zordur” şeklinde çözümü Meclis'e havale etmişti.

Dağı besleyip çözümü Meclis'ten beklemek!

Tabii beklentilerin başında Meclisin ezberleri bozacak yerel yönetimler kanununu sil baştan yapması var. Yerel yönetimlerin ciddi bir yeniden düzenlemeye ihtiyacı var. Ama dedikleri gibi değil. Mevcut dar alanda bile terörün emrine verdikleri finansal destek, insan gücü ve kepçelerinin hesabını soracak bir düzenlemenin yapılmasında zaruret var.

Geçtiğimiz ay içinde İzmir’de yapılan “Kardeş Belediyeler” buluşmasında konuşan AK Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, “Güneydoğu’da bazı belediyeler, devletten yüzde 90’ın üzerinde bütçe alıp, yüzde 70’ler, 80’ler, 90’ların üzerinde personele para ödüyorlar. Bunlar personel alırken imtihan ediliyor, imtihan sorusu şu: 'Bedel ödedin mi? Dağda kimsen var mı?..' Buna göz yummamız mümkün değil” demişti.

Devletten gelen paranın yüzde otuzunu aşarak personel alımı yapmak idari bir suç olabilir ama personeli alırken dağda örgütteki teröristle yakınlığını referans olarak kullanmak nedir?

Güvenlik güçlerine ve halka kolay saldırsın sokakları yürünemez hâle getirsin diye teröristin hizmetine hendek kazıp barikat kurması için kepçe vermek nedir?

“Fırtına Gençlik” diye inceden tehdit malzemesi yaptıkları gençleri büyütüp beslemek, dağa sürmek, hendeğe itmek teröre yardım ve yataklık değil midir?

Devlet gücünü gösterirken, raporda örgütün kendi oluşturduğu mağduriyetleri, kendi yaptığı zulmü devlete fatura edecek bir kirli propaganda ve algı yönetimi yaptığı belirtiliyor ve bunun önünü kesmek için broşür, kamu spotu ve belgesel yayınlama çalışmaları tavsiye ediliyor.

Faydadan hâli değil ama hiçbir broşür ve kamu spotu insanın mahallinde yaptığı etkiyi yapmaz. Ruhlarda açılan yarayı ancak insan teması sarar. Sosyal bilimciler, din adamları, siyasetçiler, kanaat önderleri bölgede günübirlik değil kalıcı olarak hizmete talip olmalıdır.

Kimsenin “El yarası, duvar kovuğu” deme hakkı yoktur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.