AB ve ABD’deki medya organlarının Türkiye’ye yönelik yürüttüğü algı operasyonlarına içerideki yandaş kalemlerden de destek var. Ne zaman “Dünyanın haritasını çizenler, sahte devletler inşa edenler sözde bağımsız özde sömürge ülkelerde yerleştirdikleri diktatörler üzerinden bunları sömürenler Türkiye’yi de nefessiz bırakmak istiyorlar” desek bizi hayalî düşman üretmekle suçlamakta ve her fırsatta Türkiye’yi efendilerine şikâyet etmekteler.
15 Temmuz gecesi ete kemiğe bürünen sömürgeci çete hakkında geride kalan yıllarda uyarıları yapanlar da hayalperestlikle suçlanmıştı. Şimdi de özellikle AB ile süregelen kriz boyutunu çoktan aşıp post modern savaş hâlini almış mücadeleyi yüz yıl önce Batı'ya karşı kaybedilmiş bir savaşın rövanşı olarak yorumluyorlar.
“İç dünyamızda kim olduğumuzu gösterme, had bildirme ve böylece kimliğimizi cümle âleme tescil ettirme ihtiyacımız kabarmış...” diyerek verilen mücadeleyi 15 Temmuz'da yaşananların etkisiyle travma geçiren muhafazakâr aydınların gerçekleri bir hayalî düşmanın arkasına saklama gayreti olarak değerlendiriyorlar.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İmparatorluk mirası yağmalanırken, haritalar cetvelle çizilirken Batı, Türk-İslam medeniyetinden de koparabildiği kadar parçayı çekip aldı. Türkiye’yi yerli kadim medeniyet değerlerinden koparıp Batı kültürü ile takas yaparak, deli gömleği giydirip kalkındıracağını zannedenlerin hâlen saldırdıkları alan kadim kültür değerleridir.
Nitekim 15 Temmuz darbe aktörleri de saldırılarının altyapısını tahrip edilen kültür değerlerini ihya iddiası ile ortaya çıkmış ama gediği ve yarayı büyütmüşlerdi.
Kültürün; toplumun ekonomik kalkınma ve siyasal demokratikleşme seviyesini kesin belirleme rolü vardır. Hiçbir ülke gelecek planlarını yazı-tura atarak çizemez.
Bunun için hâlen devam eden ve evlerimize kadar giren bugünkü mücadelenin kaynağı ideolojiler değil kültür üzerinden yapılıyor.
AB ile çatışmalar da ekonomik kaynaklı değil kültür ve din eksenlidir.
Askerî ve ekonomik üstünlüğünü devam ettirme, sömürge alanlarını elde tutmak isteyen Batı kendi değerleri üzerinden kurduğu birlikle yükleniyor.
Batının kendi çıkarlarını korumak için sürdürdüğü bu saldırıda ön saftakiler hep aydınları olmuştur. Güç kültürü takip eder, mermiler fikirlerin açtığı deliklerden geçer. Batının saldırılarında tartışmasız olarak en büyük destekçisi içerideki yandaşlarıdır.
İçeriden ve dışarıdan bir çember içinde tutmak istedikleri ülkede “asıl direnişi göstermeleri beklenen çoğu aydınlar ise sanki batan bir gemidedir” diyen Cemil Meriç’ten yarım asır sonra Huntington “Türkiye kararsız bir ülkedir. Batı ile Doğu medeniyetleri arasında sıkışmış kalmış, hapsolmuş ama artık ne tarafta yer alacağının tercihini yapmalı” dediğinde kimse ona “Travma geçiriyorsun” demedi.
Gerçek şu ki; hepimiz bir kültürün çocuklarıyız, değerler bizim vatanımızdır. Bu kadim medeniyet ile aramıza girilir, duvar örülürse kuruyup kalırız. Şimdi bu değerlere saldırılanlara direnmek hayalî düşman üretmek midir?
Kendi değerlerimiz üzerinden modernleşme, kalkınma ve lider ülke olma mücadelesine Batının saygı duymasını beklemeyiz, ama içeridekilere sormak lazım; kimden yanasın?