Ekrandaki Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne yapılan atama konulu tartışma programında “Bana rektör atamasına karşı çıkanların eylemlerini sokağa taşımak için haklı gösterecek bir şey söyleyin?” diye soran konuşmacıya muhatabı şöyle cevap verdi:
“Boğaziçi kendine özel genç kuşağın en zekilerinin toplandığı, kendine ait gelenekleri olan bir kurum. Bu atama ile Boğaziçi Üniversitesi sıradanlaştırılıyor. Öğrencilerin eylemi de buna dayanıyor.”
İlk günden beri öğrencilerin protestolarına mazeret olarak üretilen bu saldırgan, aşağılayıcı ve kibirli emperyalist dil o kadar tabii bir malzeme olarak kullanıldı ki rektör olarak atanan Melih Bulu da daha önce Boğaziçi Üniversitesine dışarıdan rektör ataması yapıldığını belirterek "Ama daha da önemlisi ben Boğaziçiliyim. Doktoramı Boğaziçi'nde yaptım" dedi.
Ama bu da işe yaramadı çünkü itirazın kökleri çok daha derinlerde. Eylemciler, atamayı yapana da (Sayın Erdoğan’a) karşılar, atamayı yapanı seçene de karşılar. Bu atamayı kendilerine ait dokunulmaz olarak gördükleri dünyaları için bir tehdit olarak görüyorlar. Atanan ve atamayı yapanları yıkılması gereken bir kültürel mirasın temsilcileri olarak görüyorlar.
Rektör atamasını her ne kadar bilim ve teknolojik gelişim için tehditkâr bir kadrolaşma saldırısı olarak gösterseler de sokak hareketleri için kendilerini sayısal olarak tahkim eden terör örgütü mensupları gerçek endişelerini ortaya koymaktadır.
Merhum Menderes döneminden başlayıp Turgut Özal dönemiyle devam eden ve bugüne sarkan mücadelenin temelinde de seçkinci ve kibirli elit yapının siyasi, ekonomik, bürokratik, akademik memlekette ne varsa tüm kadroları sadece kendilerine münhasır bir tarla olarak görmeleri saklıdır. Bugün Boğaziçi'nde yaşananlar da bu cephe kapma savaşının akademik dünyaya yansımasıdır.
Nitekim yaşanan protestolar esnasında öğrenciler ile bir araya gelen Rektör Bulu öğrencilere “Üniversiteye rektör olmamda liyakatim tamdır...” mesajı vermeye çalışsa da çoğu kez ıslık ve alkış sesleriyle susturulmaya çalışıldı.
Bu kadar kibir anlaşılır bir durum değildir!.. Oysa her fırsatta kendilerine örnek aldıklarını söyledikleri Batı Üniversitelerinde sahada başarılı olanlar saygıyı da hak ederler.
Melih Bulu’yu dinleme nezaketini göstermeyenler, bilgisayar endüstrisinin önderlerinden kabul edilen Steven P. Jobs’ın (1955-2011) Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yapmış olduğu tarihî konuşmayı hatırlamalıdır.
Stanford Üniversitesi, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan özel bir üniversitedir ve dünyadaki en büyük bütçeye sahip 3. üniversitedir. Steven P. Jobs bu konuşmasında öğretim kadrosu ve yüzlerce öğrenciye şunları söyler:
“Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım… Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!..
…Hiç kimse ölmek istemez. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel değişim ajanıdır... Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi... Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu…”
Boğaziçi Üniversitesi veya diğerleri bu hayatta her şey değişirken kendi pozisyonlarının olduğu yerde kalmasında ısrarcılar. Bu çakılı durumu kaybetmekten korkanlar öğrencilerden ziyade varlıklarını garantilemek için onlara dayananlardır...
Hakikat şu ki; değişime direnenler de -hoşlarına gitmese de- sonunda kabul edecekler ki; “… Günün birinde, üstelik pek yakında eskiyecek ve aradan çıkarılacaklar... Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu…”