Yok, etmek, sindirmek, sömürmek istedikleri her medeniyetin etrafına dikenli tel veya duvar örmek Batı’nın âdetidir.
İtalyanlar, Libya’yı işgalinde bu çöl ülkesinde su kuyularını dinamitledi, kumla doldurdu, köyleri ateşe verdi, halkı üstü açık toplama kamplarında açlığa mahkûm edip sınırlarını aşılması güç dikenli tellerle çevirdi.
1954’te Fransa sömürgeci yönetimlerine karşı başlayan Cezayir bağımsızlık savaşında direnişi bastırmak için direnişçilerin sızmalarını engellemek maksadıyla Cezayir’in Tunus ve Fas sınırlarını dikenli tellerle örmüştü.
ABD’nin sömürmek ve yok etmek alışkanlığı 1870’li yıllarda etrafa dikenli tellerle çevrili “rezervasyon” dedikleri yerli toplama kamplarında topladıkları yerli halkın Kızılderili şeflerine “topraklarını sat ya da açlıktan öl” diye bilinen ve yardım diye dağıttıkları mikroplu battaniyelerle uyguladıkları katliamlarla başlayıp bugüne uzanıyor.
Bugüne geldiğimizde Batı kuşatma ve çevirmelerinden vazgeçmedi, sömürme iştihanı hiç kaybetmedi sadece dikenli tel ve beton duvarların yerini içeriden beslemeler, ezici anlaşmalar, sözleşmeler, ittifaklar, dış destekli medya aldı.
Hedef aynı, dikenli teller farklıydı.
Batı bir ülkeyi yok etmek istediğinde aynen yaptığı onun etrafını kalın duvarlarla çevreleyip “rezervasyon” muamelesi yapmak. Açık bir kapı bırakırlar sadece kendilerinin girip çıkabileceği ve izin verdiklerinde girip çıkabileceğiniz, böylece içeride kuruyup kalacaksınız.
Şimdi yeni bir “dikenli tel” oyunu ile karşı karşıyayız.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan dün İslam Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi toplantısında bu oyunu temellerinden sarstı.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın bütün mazlumlara hitabının özeti şudur:
AP Türkiye’nin AB’ye müzakerelik sürecini oyluyor. Yapmaya çalıştıkları açık ve net olarak "Millet iradesi etrafına dikenli tel çekerek gasbetmek." Bu kritik ve yerinde çağrı "tabi olursan dost, güçlü olursan tehditsin" diyen, yılan hikâyesine dönen üyelik müzakerelerini koz olarak kullanan Batı’nın cesaretini kıracaktır...
Sayın Cumhurbaşkanı’nın çağrısının özeti şudur;
“Peşinen ifade etmek isterim ki; şu anda buradan söylüyorum, ekranları başında izleyen tüm dünyaya sesleniyorum: Sonuç ne çıkarsa çıksın bu oylamanın bizim nezdimizde hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Bu ülkenin istikbali orada ellerin havaya kalkıp inmesi ile değişecek değildir. Artık sesimizi ve tepkimizi yükseltmemiz gerekiyor. Daha fazla tahammül edemeyiz. Çünkü biz tepkimizi ortaya koymazsak bu tavrın sahipleri daha fazla cesaret bulacaktır” diyor ve ilave ediyor;
“Üstelik bu oylama aklımızın almayacağı hadiseler yaşanıp, ekranlarda gördükçe kahrolduğumuz, Halep’te hastaneler enkaza çevrilirken, Akdeniz’in karanlık suları 5 bin mazluma mezar olurken, Suriye ve Irak’ta göçe zorlanan 10 bin çocuğun nerede, kimin elinde olduğu bilinmezken oluyor” diyerek zamanlamaya da dikkat çekiyor.
Tarih, mazlumların geçmişte Batı ile uzlaşma taleplerinin sadece zulmünü nasıl körüklediğinin örnekleri ile doludur.
Varlıklarını Batı’ya uşaklık yapmakta görenlere inat “artık sesimizi ve tepkimizi yükseltmemiz gerekiyor, daha fazla tahammül edemeyiz” çağrısı muhtemelen mazlum muhataplardan önce yılışıklığı centilmenlikle karıştıran Batı’da daha önce karşılık bulacaktır.
Sömürge politikalarını kurdukları çeteler, paralı lejyonerler, sömürgelerden topladıkları köleler ve mikro savaşlar üzerinden yürüten Batı’nın Türkiye üzerindeki son oyunu 15 Temmuz’da iflas etti.
Türkiye’nin etrafına örmek istedikleri her duvar Türkiye’yi kendi reflekslerini güçlendirmeye itiyor.
Buradan bakınca AB üyeliği sözleşmelerinin askıya alınması Batı’nın kaybı bizim kazancımız olacaktır. Türkiye’nin geleceği AB’nin kuyruğu “rezervasyon” bir ülke olmak yerine Türk Dünyası ile birleşerek İslam Dünyasının lideri olmaktır.