Medyanın, şiddeti görünür kılan, meşrulaştıran ve görüntüyü gerçeğe dönüştüren bir dili var. İnsanlar saatler boyu bir kanaldan diğerine kaçsa da aynı rezil görüntülerden besleniyor. Haberlerle başlayıp dizilerle devam eden şiddet görüntüleri, izleyenlerin gözünde de habis eylemleri sıradanlaştırıyor, içimize siniyor. Çeteler, mahalle kabadayıları, mafya özentileri ve biz buna bakıyoruz.
Eskiler karakterli kişiler için “mayası sağlam” derlerdi. Bu maya dediğimiz adamlığımız, insanlığımız süregelen ilişkilerimizden beslenir. Bugün en çok dinlediğimiz ve izlediğimiz beslenme kaynakları “görsel ve yazılı Medya”dır.
Ve iki çeşit ilişki vardır. Besleyici ve zehirli ilişkiler. Besleyici ilişkiler bizi besler ve en iyi hâlimizi ortaya koymamızı sağlar. Bize sorumluluk verir, bizi değerlerimiz üzerinde odaklanmış olarak tutar.
Zehirli ilişkiler ise iliğimizi kemiğinizi kurutur. Hepimiz hangi dere kenarına dikilmişsek oradan beslenir ve onun değer yargılarını taşırız. Sonra onunla yürür, onunla büyür onunla tanınırız ve onun sonuçları ile ömrümüzü tamamlarız Nihayetinde ilişkinin kalitesine göre iyi bir insan olmak da var canavar olmak da...
Bu satırları yazmama sebep hafta içi İstanbul Maltepe'de habis bir karakterin, bir öğretim görevlisinin önce boğazını kesip sonra üzerine yanıcı madde döktükten sonra ateşe vermesi. Bu insan müsveddesi kendisini gözaltına almak isteyen polislere de saldırdı ve üzerlerine yanıcı sıvı dökmek istedi. Derdest edilen zanlının üzerinden maktule ait altın kolyeler çıktı.
Yıllar önce yaşanan benzer bir olayda, katil yaşlı bir kadının evine zorla girip, para ve altınlarını çalmış, sonra da onu öldürmüştü…
Bakanlıkça hukuksal süreç gereği onu savunmak üzere görevlendirilen avukata bir arkadaşı şunu sordu: “Peki, ortada açık ve ağır bir suç varken, sanık da bunu kabul ediyorken, sen onu savunmak için ne diyeceksin?..”
Avukatın cevabı çok uzun ama özeti şudur: “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar…”
Eğer aynı soru bana sorulsaydı yanına sorumsuz davranan “medya”yı da eklerdim. “İnsan insanın rahmanı, insan insanın şeytanı” derler. “İnsana dayalı” etkileşme için akıllarda kalması kolay bir tecrübeyi paylaşalım. Olayın kahramanı bugün saygın bir eğitimcidir. Diyor ki;
"Öğrenciyken bir gün on birinci sınıfta bir arkadaşımı beklemek üzere bir sınıfa girdim. İçeri girdiğim zaman öğretmen de aniden belirdi, çıkmama fırsat vermeden bir şeyler yazmam için tahtaya gitmemi istedi. Ona yapamayacağımı söyledim o da neden yapamayacağımı sordu.
-Çünkü sizin öğrencilerinizden biri değilim, dedim. O da bunun önemli olmadığını söyledi ve yine tahtaya gitmemi istedi. Tekrar yapamayacağımı söyledim o da tekrar nedenini sordu. Ben biraz utandığım için durakladım, Çünkü ben eğitilebilir zihinsel engelliyim, dedim.
Masasından bana doğru yürüdü ve;
-Bir daha asla böyle söyleme. Birilerinin senin hakkındaki düşüncelerinin senin için hakikat hâline gelmesi gerekmez. Bunu tekrarlamalarına asla müsaade etme, yoksa sonunda tekrarlanan şey olursun dedi.
Bu benim için bir kurtuluş anıydı, çünkü o başka insanların hakkımdaki görüşleri çerçevesinde yaşamak zorunda olmadığıma dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu adam her zaman bizden büyük beklentileri olduğu hissini verdi. Biz de onun beklentilerini boşa çıkarmamak için çabaladık…”
Şimdi Allah aşkına!.. Şu ekranlara bakın ve kendinize şu soruyu sorun:
-Bu sürekli tekrarlanan birbirinin kopyası cinayet hikâyeleri, bu iğrenç görüntüler hayatımıza ne katıyor? Manevi açıdan olgunlaşıyor muyuz? Bizi besliyor mu yoksa zehirliyor mu? Ufkumuzu mu açıyor yoksa daraltıyor mu?..
Yapılan araştırmalarda medyada şiddet içeren film, dizi ve yayınların izleyicileri gözlemleme ve taklit etme yoluyla şiddete yönelttiği doğrulanmıştır. “Şiddetle mücadele ediyoruz” diye hava basanlar şiddetin kaynağını kurutmalıdır!
Benim onlara sorum şudur:
“Ekranı kararttığınızda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?..”