Elveda vesayet

A -
A +
Referandumdan “Evet” çıkması durumunda anayasa değişikliğinin demokrasiye ve cumhuriyete korkunç zarar vereceğini iddia edenler “Hayır” diyerek parlamenter demokrasiye sahip çıkalım diyorlar. Bu iddiada bulunanlar yakın siyaset tarihinde vesayet güçlerince yamalı bohçaya çevrilen demokrasiye müdahaleleri görmezden geliyor.
Demokratik bir rejimin garantisi sivil ve siyasal özgürlüktür. Vesayetçilerin gerekçesi ise seçilmişlerin idare yeteneklerini ve meşruiyetini kaybettiği iddiasına dayanır. Bunun için Vesayetçi elitler, halk iradesini temsil eden zayıf iktidarlar ve sünepe muhalefeti vesayet kurumları ve etkin medyayı kullanarak muhtıralarla terbiye, hizaya gelmezse tehdit ve zor ile aşağı indirir.
1950 seçimleri ile toplum üzerindeki denetim ve kontrol gücünü kaybeden vesayet düzeni, terör, şiddet ve ekonomik bunalımlar üzerinden gerçekleştirilen darbelerle meşrulaştırıldı. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde kaybettikleri iktidarı demokratik yollardan ele geçirme umudunu kaybedince gayrimeşru yoldan iktidarı geri aldılar. Menderes tecrübesini tekrar yaşamamak içinde 1961 Anayasası ile vesayeti hukuki koruma altına aldılar. Bu operasyon vesayetin topluma meşruiyet olarak kabulü için kullanılan hukuk manevrasıdır.  
12 Eylül 1982 Anayasası ile de 1961 Anayasasının kurduğu vesayet düzeni sağlama alındı. Bu vesayet sisteminde temel vesayet kurumları olarak asker-sivil bürokrasi, yargı, üniversiteler, sermaye grupları ve medya taşıyıcı olarak yer aldı.
Vesayetçi müdahalelerle siyasetten uzaklaştırılan ve tekrar şansını deneyen çoğu siyasetçi ise darbeye maruz kalmadan demokrasiyi savunacak kadar cesur değildi. 12 Eylül 1980 darbe sürecinde Başbakan olan Süleyman Demirel darbe sonrası konuşmalarında kendilerinin “Hükûmet’i” işlettiklerini fakat “Devlet’i” işletemediklerini ifade edebildi.
“Silahlı Kuvvetler devletin içindedir. Şayet devletin yapamadığını silahlı kuvvetler yapar diyorsak Silahlı Kuvvetleri devletten ayırıyor ve devletin tekniğini bozuyoruz. Bu takdirde devleti çalıştıramayız” diyen Demirel, vesayetçilerin müdahaleyi meşru kılmak için zemin hazırladığını iddia etmişti.
Evren’in “Bıçak kemiğe dayanmadan yapılacak bir müdahalenin faydadan çok zarar getireceğine” inandığını söylemesini Demirel “Anı değil itiraf” isimli kitabında askerlerin terörün üzerine gitmeme kararının ifşası olarak değerlendirdi. Demirel’e göre “sıkıyönetim 20 ayı aşkın bir süre yürürlükte kalmasına rağmen Türkiye’de akan kanı durduramamış ama 11 Eylül günü akan kan 13 Eylül günü durmuştur. 12 Eylül’den sonra devlete hangi güç eklenmiş, ne olmuş?”
Demirel o gün devletin güçsüz değil işletilememesinden şikâyetçi olmakta ama halkın iradesini teslim ettiği siyasi kadroların vesayet güçleri karşısındaki teslimiyetçiliğinden hiç bahsetmemektedir.
Oysa Max Weber’in belirttiği gibi: “Sınırı koruyan asker ne kadar cesursa, siyasetçiler de siyasetin sınırlarını korumak için onlar kadar cesur olmalıdır…”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.