9 Şubat 2001 Pazartesi günü devam eden MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit’in Devlet Denetleme Kurulu’nun çalışmalarını eleştiren sözlerinden rahatsız olduğunu söyleyince Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan araya girip “O Anayasayı bir de biz görelim...” deyince ipler koptu.
Sinirlenen Cumhurbaşkanı Sezer elinde tuttuğu anayasa kitapçığını Ecevit ve Özkan’a doğru fırlattı.
Bunun üzerinde önce Ecevit ardından Mesut Yılmaz toplantıyı terk ettiler. Hüsamettin Özkan da altta kalmayıp anayasa kitapçığını Sezer’in bulunduğu yöne fırlattı ve salonu terk etti.
Bu, sıra dışı gelişmeleri Başbakan Ecevit çıkış kapısı önünde bekleyen gazetecilere büyük moral bozukluğu içinde “Cumhurbaşkanı anayasa kitapçığını yüzüme fırlattı, Hüsamettin Bey de, ben salondan çıkınca ona doğru fırlatmış!..” dedi.
Ecevit’in bu açıklamasının büyük şaşkınlıkla duyulmasının hemen ardından Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi patlak verdi. Bu, tam da yerleşik düzenin hayal bile edemeyeceği bir fırsattı.
Borsa yüzde 14,6 düştü, repo faizleri yüzde 760’a fırladı, Merkez Bankasından yaklaşık 7,6 milyar dolarlık döviz piyasaya destek için sürülse de düşüş durmadı ve kriz öncesi 670 olan dolar kuru nisanda 1.161’lere vurdu.
Bu durum Ecevit hükûmetini sallarken Cumhurbaşkanı Sezer’in günlük programını bozmadı. Hayat devam ediyordu ama sayısız sanayici, iş adamı, esnaf ertesi güne iflas etmiş olarak uyandılar.
Demokrasiyi korumuş ama milletin iflahını kesmiştik.
Sezer-Ecevit kavgasının öncesi ve sonrasında siyasi görüşleri farklı da olsa bu kuvvetler çatışmasında yara alan her siyaset lideri bu alan tecavüzünün ortadan kaldırılması için Başkanlık sisteminin elzem olduğunu söylemiştir.
Bu değişim her gündeme gelişinde muhalifler sanki kutsalları ellerinden alınıyormuş gibi feryat ettiler.
Oysa zayıf ve kırılgan koalisyon hükûmetlerinin sürekli kriz ürettiğini ve ülkeyi geri götürdüğünü ancak tek parti iktidarı dönemlerinde Türkiye’nin istikrar yakaladığını sürekli savunan merhum Turgut Özal “Başkanlık sisteminde siz bir adam seçiyorsunuz. O zaman mecbursunuz en iyisini seçmeye. Öbür türlü, 'Bu benim adamım olsun da hiç fark etmez' diyorsunuz..." ifadeleriyle değişimin zaruretini ortaya koymuştu.
Özal’ın başlattığı başkanlık sitemi tartışmalarına Alparslan Türkeş’in “Milliyetçi hareket, tek başkan tek meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak Başkanlık sistemini savunuyoruz...” cümleleriyle çok daha önce desteğini vermişti.
Koalisyonların, kurduğu hükûmetleri kemirip bitirdiği ve en fazla zarar gören lider Süleyman Demirel de bu sıkıntıdan çıkışın Başkanlık sistemine geçişle mümkün olduğunu görenlerden.
12 Eylül öncesi askerin muhtırasını suya sabuna dokunmadan aynen kendisine ve Ecevit’e gönderen Cumhurbaşkanı Korutürk’e demokrasiyi savunma sorumluluğunu hatırlatmayı akıl etmeyip Ecevit’le “Bu muhtıra bana değil sana gönderildi...” diye ağız dalaşına giren Demirel de sonunda “Hükûmetleri TBMM içinden çıkarmak gerekli, meclis dışından gelenler eli sopalı olur. Bu yüzden seçimler fırsattır, hükûmet çıkmadı mı, parçalı parlamento mu çıktı? o zaman Başkanlık sistemine gideceksiniz...” sözleriyle “Yeter artık” demek zorunda kalmıştı.
Sonuçta zayıf ve kırılgan koalisyon hükûmetleri ancak sömürgeci vurguncuları besler.
Nitekim MGK toplantısındaki meşhur kitap fırlatma hikâyesi yaşandığında Ecevit kameralar önünde titreyen sesle hakarete uğradığını sızlanırken, birilerinin telefonla birilerini arayıp “aman acele elinizdeki hisseleri çıkarın ve döviz alın...” diyerek servetini katladığı hikâye edilmişti.
Taraflar meydanlara inip halkı ikna etmeye çalışadursun eski vurgun hikâyeleri sokağı ikna etmeye yeter...