Zayıf karakterli insanlar başarılarını hazmedemedikleri insanların başlarına gelen sıkıntı ve zorluklardan beslenirler. Başkalarının başına gelen felaket onların gıdasıdır, başka türlü yüzleri gülmez mutlu olmazlar... Bunu siyaset zemininde de görmek mümkündür. Onlar için; “Ülkenin ve milletin başına gelen her felaket, kendilerine iktidar alanı açacak bir fırsattır…”
27 Mayıs’ta “daha ne bekliyorsunuz” kışkırtmasıyla fitneyi ordumuzun içine sokanlar da bu karakterlerdir. Darbeye giden yolun taşlarını döşeyenler, darbe sonrası ortaya çıkan hengâmeden kendileri için ikbal devşirenler de onlardır...
Her söylem ve eylemlerinden milletimizin değerlerine ve tarihine düşmanlık sızan temel karakterleri “Sırf kendi çıkarları için kışkırtmalara çanak tutmak, darbe çığırtkanlığı yapmak, Ülkenin ve milletin başına gelen her felaketi, kendilerine iktidar alanı açacak bir fırsat olarak görerek, çoğu defa da gizleyemedikleri bir sevinçle” karşılamaktır...
Darbeyle yok ettikleri Menderes ve kadroları günün şartlarında kırsalı ve onun değerlerini temsil ediyordu. Bu zihniyet onlar için Meclis'te “görüntü kirliliğiydi” ve alaşağı edilmeliydiler. Tıpkı Ulus Meydanı’na çarıkla, şalvarla ve merkeple girmenin kirliliğe(!) sebep oluyor diye yasaklanmasının belediyece yönetmeliğe bağlanması gibi...
Kendisini "devlet" sayan bu özürlü despotik anlayışın ne olduğunu 3 Mayıs 1944 tarihinde tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti için söyledikleri “Ulan …. Anadolulu, sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz... Sizin iki göreviniz var. Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, ikincisi ise çağrıldığınızda askere gitmektir” sözleri tam ortaya koymaktadır...
Evet; Türkiye’nin talihsizliği “aradan 60 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ millet iradesine yeni tuzaklar kuran, yeni cinayetler için plan yapan, darbe tehditleri gölgesinde siyaset yapmayı hayal eden bu adamların” mevcudiyetidir...
Bugüne kadar iktidar olma hayali için açıkça “ben darbeciyim” diyen bir darbeci görülmemiştir. Demokrasilerde millet iradesinin Meclis'e yansımasının yolu, meşru seçimlerdir. Ne var ki bu adamlar millet ile yüzleşmeyi, ona saygı duymayı hiçbir zaman tercih etmediler.
Sandıkla gelene saygı duyulur çünkü millet iradesini temsil etmektedir, darbeyle gelen ise millete karşı başka güç merkezlerini temsil etmektedir.
Evet, tarihi değiştiremeyiz, ama “doğru yorumlanmasını” sağlamak için tarihin hatırlanma biçimini değiştirmek elimizdedir. Şimdi, Marmara Denizi’nin göbeğinde 60 yıl önce demokrasinin katledildiği “Zindan Adası” millî iradenin her hâl ve şart altında darbecilere karşı üstün geldiğini hatırlatacaktır...