HDP'lilerin fezlekeleriyle ilgili olarak konuşan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Mutfakta yangın var!.. diyenler vatandaki yangını ne zaman göreceklerdir? HDP'ye destek PKK'ya destektir. PKK'ya destek şühedaya ve Türkiye'ye ihanettir” dedi.
Sayın Bahçeli’nin bu hitabı toplum genelinde kabul görürken siyasetin bir kanadının sükût etmesi insanın aklına bunların bir çeşit “Afazi” oldukları ihtimalini getiriyor.
Afazi hastasında; beynin bir bölgesindeki hücreleri oksijen ve önemli besinleri taşıyan normal kan desteğini alamadığında ölürler. Söylenenleri idrak edemez, kavrayamaz, tepki veremez. Vatanın birliği, dirliği için yapılan saldırılar karşısında tavır koymayanlarında farklı kanallardan zehirlendiği anlamına gelir.
Anlayışın bu kadar daralması da ancak “İnanç, ilim, fikir, sanat ve ahlâk” kıtlığı ile mümkün.
Eğitimin hâlen millî ve yerli bir zemine oturmaması dünden bugüne gelen tüm sorunların kuluçka yatağı ve temel meselemizdir. Boğaziçi Üniversitesinde Rektör ataması üzerinden hâlen sürdürülen tartışmalar, giderek artmaya devam eden aile içi ve sokaktaki şiddet, terörün siyasette zemin bulmasını sağlayan siyasal destek hep aynı yerden “Ahlak ve Fikrî Fukaralıktan” besleniyor.
Meselenin daha iyi anlaşılması için büyük resme bakalım. Türkiye’de bazı üniversitelerin bünyesinde Konfüçyüs Enstitüleri açıldı. Finansmanını Çin sağlıyor. Çin, ekonomik yayılmacılığına kültürel yayılmacılığı da ekledi. Çin Komünist Partisi’nin yumuşak gücü, 16 yıl gibi kısa bir sürede 154 ülkede 548 Konfüçyüs Enstitüsü açtılar. Bizde de ilki Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere 5 noktada açtılar. Maksat Çin propagandası yapmak ve kültürlerini yaymak.
Buna mukabil bizdeki durum; Çin’de Yunus Emre Enstitüsü kurmak bir yana içeride kendi dünyamızda hak ettiği yere oturtma mücadelesi veriyoruz. Toplumda sosyal barışı inşa eden ilim ve irfan sahibi âlimlerin sadece birkaçının adları ve mekânları ilim merkezi olmaktan uzak turizm merkezi kıvamında tutuldu.
Anadolu’da tasavvuf tarihi açısından İstanbul’dan sonra en önemli merkezlerin başında gelen Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki zenginliğin hayata dâhil edilmemesi anlaşılır gibi değil. Mevcut değerler ve onların temsilcileri ihmal edilip yok sayıldığında sosyal kırılmalar ortaya çıkar. Bizi birbirimize yaklaştıracak eserlere, kişilere ihtiyacımız var.
Şırnak Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinden (2011/2 yıl: 2 cilt: II sayı: 2) Yrd. Doç. Dr. İbrahim Baz “Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi: Serdahl Tekkesi ve Külliyesi” başlıklı makalesinde camisi, medresesi, pîr evi, misafirhanesi, mutfağı, hamamları, ahırı vs. bulunan Serdahl Tekkesi’nin tam bir külliye olduğunu belirterek; “Bölgesinin en önemli irfan merkezlerinden biri olan Şırnak ili, Cizre ilçesine bağlı Bağlarbaşı (Serdahl) köyündeki Serdahl Tekkesi esas itibarıyla bir külliye hüviyetindedir. Cizre’nin çok sıcak olması itibarıyla özellikle yaz aylarında kullanılmış olan bir mekândır. Şu an metruk durumda bulunmaktadır ki çalışmanın amaçlarından biri de günden güne yıpranan ve yıkılan yapının fizikî durumu ve geçmişteki fonksiyonunu kayıt altına almaktır” diyerek külliyenin bugünkü durumuna dikkat çekiyor.
Acaba Anadolu’da hangi uzak mekânda kaç külliye asırlık ihmale karşı direniyor? Burada yıkılan ve yıpranan sadece fizikî yapı değildir. Ruh dünyamız, ahlakımız yıkılıyor.
Kendi medeniyet dinamikleri, iddiaları, idealleri üzerinden eğitim, kültür ve sanat sistemini, kuramayan bir toplum kendi temellerini yıkıyor demektir.
Mevcut medeniyet envanterine karşı lakayt ve korumasız kaldığımızda Medeniyet coğrafyamızın geleceğini kim nasıl koruyacak? İnançlarımızı, ilmimizi, fikir, sanat ve ahlâkımızı hangi aracıyla nesillere aktaracağız?.. Gençlik, sömürgeci ve yozlaştırıcı kültür saldırılarından kime sığınacak?
Yunus’u, Mevlanâ’yı, Mela Ahmet Cüzeyri, Feka-I Tayran ve Mevlâna Halid-i Bağdadî’yi tanımadan, tanıtmadan barışı, sevgiyi nasıl ayakta tutacağız?
İşte maruz kaldığımız yangının odunu bu gafletimizdir...