Garip ama gerçek

A -
A +
Son günlerde İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri üzerinden özellikle medya aracılığında kullanılan ayrıştırıcı siyaset dili ve sertleşen rekabet ortamı aydın ve yazar cephesini yeniden “millet olmanın sihri”ni aramaya itti.
Oysa toplumun beşerî ve fiziki maddeperest yönüne teslim olduğu bu sosyal depresyon hâli ve ağır sonuçları İstanbul seçimleri bittikten sonra da devam edecek ve gündemimizde olacak maziye, derinliğe ve hasara sahiptir.
Bu ayrışmayı eski düzendeki varlıklı ve yetkili pozisyonlarını kaybedenlerin çıldırma hâli olarak görenler olduğu gibi, hepimizi kuşatan ve millet olmanın bütünlüğünü parçalayan bir tehdit ve “Beka Sorunu” olarak görenler de var.
Her hâlükârda ciddi bir saldırı ve derin bir hasara maruz kaldığımızda hemfikiriz. Ama buna sebep olan içeriden ihmaller dışarıdan ihanetler ve sair şartlar, bunlarla baş etme ve hasarın tamirinde farklı sesler çıkıyor.
Sorun ile baş etmek üzerine dikkat çekici ve garip bir biçimde “çoğulcu ve bize dair ölçüleri bulmak ve uygulamak ihtiyacında olduğumuz”dan bahis olunuyor.
Anlaşılıyor ki mesele tam anlaşılmamış. Türkiye’nin sadece siyaset sosyolojisi değişmiyor, sabitelerimiz kayıp, buharlaşıp gidiyor. Günlük yaşanan cinayet, şiddet, tecavüz, dolandırıcılık ve her cins melanet Epistemik bir çöküşle muhatap olduğumuzun ilanıdır. Yusuf Kaplan olayın ciddiyetini anlatmak için “kendi medeniyet dinamikleri üzerinden eğitim, kültür, sanat ve medya rejimini kuramayan bir toplum kendi mezarını kazıyor” demekte.
Kendi medeniyet dinamikleri” bizi bir arada tutacak, yakın edecek eserleri, kişileri, olayları var etmek, hatırlamak, ortaya çıkarmak, tüm topluma aktarmak bu inşanın temelidir.
Ne acı ve tiksindirici bir furyaya muhatap olduk ki; bu sabitelerimizi “Tarihselcilik” fitnesi ile milletin hafızasından silme, hayatından çıkarma gayretlerine şahit oluyoruz. Kişileri, olayları ve eserleri hangi etiket altında ve gerekçeyle ister “modernizme muhalif” ister “tarihseldir” diyerek toplum hafızasında itibarsızlaştırarak, silmek bir milleti kabile toplumu yapmaya götüren en büyük ihanettir.
“Bize ait ölçüleri bulmak” da ne demek? Binlerce yıllık devlet tecrübesi ve geleneği yaşamış olan Türk milleti kabile toplumu muydu? Çoğulcu ve bize ait ölçülerin bidayetinden var olduğunu reddetmek ve yeniden arayıp bulmak için içeride kaybettiğimiz dışarıda aramak misilsiz bir cehalettir.
Toplumsal yapımız çok yoğun bir değişimden geçerken, şiddetin insanlar arasında bir konuşma dili hâline gelmesi, herkesin her meselenin sorumluluğunu yukarıdan birisine havale etmesi, teslimiyetçi, birbirinden kopuk, müthiş bir dünyevileşme, konfor ve kısa dönem zenginliği peşinde koşan bir insan kalabalığına dönüşmesinin sorumluluğu kimdedir?
Hâlen eğitim, sanat ve akademik dünya, medeniyet ruhunu, dinamiklerini, ideallerini sanki yeniden inşa etme, bizi birbirimize yaklaştıracak eser ve kişilerin arayışı içinde. Sanki hiç toplumsal sabitelerimiz yokmuş gibi arayış içine giriyorlar.  
Farklı yerlerden bakmak gerçeği değiştirmez.
Sadece siyasette değil hayatın her alanında bizi zorlayan çözülmeye çareyi; Mevlâna Celaleddin, Yunus Emre, Mele Ahmed Cüzeyri, Osman Bedreddin Erzurumi, Şeyh Şaban-ı Veli ve tüm Anadolu ve Asya ve Rumeli coğrafyasını “sabitelerimiz” ile dokuyan âlim ve sâlih zatları yok sayarak “bize ait ölçü” aramak hasarı tamir etmez, yarayı büyütür.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.