Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), aile kurumunun muhafaza edilmesi, güçlendirilmesi ve geleceğe hazırlanması amacıyla 14-15 Eylül günlerinde “Aile Kurumu Çalıştayı” düzenliyor.
Akademisyen, bilim insanı, STK, temsilcileri, siyasetçi ve iş adamlarının katılacağı çalıştayda öncelikle durum tespiti yapılarak ortaya konulacak risk ve tehditler ile çözüm önerileri rapor hâline getirilerek kamuoyuyla paylaşılacak.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Selim Yurdakul, Türk milletinin temel taşı ailenin, birçok tehdit ve sınamayla karşı karşıya olduğunu, kültürel erozyonun, ekonomik zorlukların aile kurumunu derinden etkilediğini belirterek çalıştayda “Küresel Tehditler Karşısında Aile ve Çocuklar-Gençler, Dijital Bağımlılık, Madde Bağımlılığı ve Aile” başlıklarıyla masaya yatırılacağını belirtmişti.
Bu çalıştay muhtemelen son yüz yılda muhatap olduğumuz değerler yozlaşması ve ahlaki çürümenin nasıl bizi “obruklarla” kuşatma altına aldığı ile bir yüzleşme olacaktır.
Diyarbakır'da Bağlar ilçesinin Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos'ta kaybolan ve önceki gün Eğertutmaz Deresi'nde cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran'ın ölümü ile ilgili gelişmeler yaşanmaya devam ederken medyada sürdürülen tartışmalar cinayetin politik bir “rant” kavgasına evrildiği yönünde.
Yaşanan her trajedi yer altında eriyen kayaçların zamanla yeryüzünün çökmesiyle oluşan derin ve devasa obruklar gibi toplum hayatında kapatılması zor yaralar açıyor…
Son “obruk” masum bir çocuğun katledilmesi ile açıldı.
Hiçbir ahlâkî değeri olmayan, hiçbir şeyi ve kimseyi umursamayan kendi arzu ve isteklerini tatmin etme, mala ve statüye sahip olma savaşında hiçbir ahlaki sınır tanımayan insanlar, şiddeti günlük hayatın bir parçası hâline getiriyor.
Dünyada birçok ülkenin sorunu olan ve sosyal zemini kalbura çeviren “obrukların” nerede, ne zaman oluşacağı hakkında hiçbir fikre sahip değiliz. Son olarak 8 yaşındaki Narin’in katledilmesiyle birlikte ortaya çıkan toplumsal infial ve büyük öfke “toplumsal değerlere dönüş” için güçlü bir operasyon gereğinin ihtar ve ikazıdır.
Operasyon aracı olarak farklı beklentiler de var…
Narin Güran cinayeti sonrası idam cezasının caydırıcı olup olmadığı tartışmaları tekrar gündeme geldi. Kamuoyunda, idam cezasının caydırıcı olduğuna yönelik yaygın kanaate rağmen, karşı çıkanlar uygulama yapan ülkelerde idam cezasının caydırıcılık yönünden bir etkisinin olmadığını vurguluyor…
07.08.2018 günkü “15 yılda hapisten çıkan yedi kişinin katili bir cinayet daha işledi” başlıklı haberi hatırlayalım:
Güvenlik görevlisi Sami Yılmaz, 2 Ağustos günü akşam saatlerinde, 2017’nin şubat ayında “cezaevinden tahliye edilen” yedi kişinin katili, ‘Avcı’ lakaplı Hamdi Kayapınar’ın silahlı saldırısında hayatını kaybetti…
Katil, sorgusunda 8’inci cinayetini güvenlik görevlisinin silahını beğendiği için işlediğini söylemiş. İdam cezasının caydırıcılığını sorgulayanlar katillerin iştihasını kabartan yasal arızaların cinayetleri nasıl tırmandığına bakmalı.
Toplumlar; adalet kavramının içini kendi değerleriyle doldurur. Adalet, yasalar Türk toplumunun kadim değerleri üzerinden inşa edildiğinde yerini bulur.
Araştırmalarda artan suçluluğun nedenleri arasında özellikle aile kurumunda meydana gelen değişmeler, sosyal sermaye ve toplumsal denetimin zayıflaması gösteriliyor. Nitekim, hemen her cinayet olayının arkasında hırpalanmış hasar almış bir aile hikâyesi var.
Suç ve ceza arasındaki dengenin caydırıcı olması ile birlikte Türkiye, sahip olduğu “medeniyet ruhunu ve birikimini” eğitim, kültür, sosyal hayat, sanat ve ahlakta yeniden hayata hâkim kılacak adımlar atabilirse suç ve cezaevlerindeki yoğunlukta gerilemeyi umut edebiliriz…