Salgın şartlarındaki hayat tüm alışkanlıklarımızı değiştirirken psikolojimizi de olumsuz etkiliyor. Kendisine ve yakınlarına virüs bulaşma korkusu insanlarda bir süre sonra depresyon, anksiyete ve paranoya vakalarında artışa sebebiyet vermesinin yanında salgının ne zaman biteceğinin bilinememesi de tahammül gücümüzü olumsuz etkiliyor.
“Maske-Mesafe-Temizlik” diye virüse karşı mesafeli kalmaya alıştık ama salgının asıl tahribat yaptığı ruh dünyamızı berbat eden ve korkuları besleyen “yalan ve yanlış haberler” karşısında kendimizi korumayı tam becerebilmiş değiliz.
“Kelle paça” yemenin “virüs savar” olduğunu rekor paylaşımlarla aktaran“ sosyal medya” karşısında mesele iyimser ya da kötümser olmak değil, doğruyu bulmaktaki kargaşadan çıkabilmek. Bu “kendini tedavi etme” çabası bazen kelle paçayı aşıp ciddi bağımlılık tablolarının ortaya çıkmasına da neden olabiliyor. Pandemi sürecindeki alkol tüketiminin iki kat artması bu paniklemenin sonucudur!..
Covid-19 sadece fiziksel sağlığı değil, toplumda ruhsal sağlığı da derinden etkiliyor. Hem Covid’e yakalanma korkusu yaşayanlar hem de hastalığı atlatanlarda ağır psikolojik problemler görülüyor. Salgın sürecinde psikiyatri kliniklerine başvuranlarda Covid-19 sonrası problemlerine sık rastlandığını söyleyen uzmanlar “Özellikle hastalığı ağır geçiren kişilerde tedavi sonrası stres bozukluğuna sıklıkla rastlıyoruz. Salgın sonrası ruhsal rahatsızlıklar da yeniden alevlendi” diyor.
Salgının daha başlangıç günlerinden itibaren toplumun genelinde yaşanan depresif şikâyetler arasında en çok dikkat çeken uzmanların hem “geviş getirme” hem de kontrol edilemeyen düşüncelerin, tekrarlayıcı bir şekilde zihinde dönüp durması anlamına gelen “ruminasyon” tespiti…
Uzun süreli yalnızlığın sonuçlarından, Ruminasyonda kişi kendi zihninde komplo teorileri üretir ve ona saplanır kalır. Durdurma çabası arttıkça düşünceyi sabitler. Uzmanlar, bu fesat çukurundan çıkmanın en güçlü yolunun; kişinin destek veren dostlarıyla bir araya gelmesi ve dinî aktivitelerde bulunmak olduğunu belirtiyor.
“Uluslararası Yalnızlık ve Pandemi” başlığı altında gerçekleştirilen ve Pandemi sürecindeki yalnızlığın etkilerinin tartışıldığı sempozyumda Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insan ilişkilerinin sosyal hayatın vazgeçilmez bir zinciri gibi olduğunu belirtti. Tarhan; “Zincirin en kuvvetli yeri insan ilişkileridir. Ama, Pandemide zincirin en zayıf halkası oldu…. Kriz olduğu zaman gerilim oluyor. Gerilim olduğu zaman zayıf halkadan kopar. İnsanın en zayıf halkası neresiyse oradan kopuyor. İnsanlarda şu anda aile hayatı ve ruh sağlığı zayıf halka” uyarısında bulundu.
İnsan ilişkisel bir varlık, yalnız olmadığını hissederse kendini, geleceğini güvende hissediyor. Ama virüsten korunmak için sığındığımız yalnızlık maksadını aşan biçimde kullanıldığında insanı depresyona aday hâle getiriyor.
Bu pandemi yalnızlığı ile olan didişmemizde bir avantajımız var ki oda “güçlü aile yapımız”dır. Bahsettiğim sempozyumda “Pandeminin Ailede Yalnızlığa Etkisi” başlıklı konuşmasında Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy, insanın en önemli ihtiyacının birbiriyle temas içinde olmak ve yakınlık duygusu olduğunu belirterek “Ailenin sağlıklı olması burada koruyucu faktör. Peki, sağlıklı ailede olması gereken özellikler nedir? Ailede problem çözme becerilerinin olması, iletişimin sağlıklı olması, açık iletişim olması, maddi-manevi tüm meselelerin konuşulabiliyor olması, rollerin ve sınırların sağlıklı bir şekilde işliyor olması öncelik kazanıyor” diyerek yalnızlık krizinde en güçlü sığınağın aile olduğunu vurgulamıştı.
Sonuçta pandemi gibi sınırları aşan tehditler karşısında da en önemli savunma hattımızı “Ailemiz” oluşturuyor. Pandemi sürecinde insani ilişkiler anlam kaybına uğruyor ve zamanla buharlaşıyor... Dışarıda kaybettiğimiz desteği de aile içinden karşılamak zorunda kalıyoruz. Asıl tehlike ise bu yalnız yaşamanın alışkanlık hâline gelerek salgın bittiğinde de devam etmesidir…