İğnenin yıldızından Güneydoğuyu seyredenler

A -
A +
Aslan Kral hastalanınca tilki geçmiş olsuna gelmiş. Yatak-döşek ter atan aslana gerdan kırıp "Aslanım birisi canını mı sıktı, kafanı takma söyle halledeyim, emrin olur" deyince aslan kükreyerek "Allah aşkına götürün şu yalakayı başımdan, hastalık değil ama bunun dalkavukluğu beni perişan ediyor..."  demiş.
AK Parti 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olmaya yeterli vekili çıkaramayınca bunun analizini yapan salon danışmanları ile Boğaziçi yazarlarının öz eleştirileri tilki tesellisine benziyor. Fazla değil seçimlerden iki gün önceki yazılarına bakın sanki o yazıları başkası yazmış da, fisebilillah bir dost tavsiyesi yapanı bile topa koyup atıyorlardı.
Memleketin havasını o kadar iyi kokladılar ki bunlar da Anadolu köylerini Dallas çiftliği zannedenlerden. Gıyaben tedaviye kalktıkları yara böylece azmanlaşıp bugünkü boyutlara geldi.
Eğer yaraya yakından bakılırsa durum çok daha farklıdır. Ama uzaklardan seslenme gibi bir alışkanlığımız var ve tabii mesaj doğru da olsa muhatabına ulaşmıyor.
İki yıl öncesine gidip 'Akil İnsanlar'ın bölge halkına yakından bakma günlerinde konuşulanları hatırlayalım.
Hepsinin özeti Can Paker'in şu sözleridir. Belki hayatında Sayın Paker de bu vesile ile mekânı ve insanı tanımış oldu. Bölgeyi gezen TESEV vakfı Başkanı Can Paker yaraya yakından bakınca "Kürt sorununu bildiğimi sanırdım, ama yanılmışım. Gittiğim Hakkâri ve Van'da gördüklerimden sonra bu konuda meğer hiçbir şey bilmediğimi hissettim. Kürt sorununun gerçek yüzünü görmem ancak sorunu bire bir yaşayan insanlarla konuşmam, dokunmam ile oldu" demişti. O günkü ikna turları zeminine oturmayıp, arkası gelmese de soruna dokunmak için içine girmek gerekir.
"Toplumsal uzlaşmanın yolu" üzerine çalışan yazar William Ury'nin Kalahari Çölü'nde yaşayan Bushmanların (San Kabilesi) toplumsal çatışmaları nasıl çözdükleri hakkında dikkat çekici bir tecrübesi var. 
Kalahari Çölü'nde hayat öylesine zordur ki, insanlar kurumuş nehir yataklarını ve tuz havzalarını kazarak su arar ve bulduğu suları da deve kuşu yumurtaları içinde depolarlar. Avcı-toplayıcı topluluklar olan Bushmanların erkekleri avlanırken kullandıkları okların ucuna koza halindeki böceklerden elde ettikleri zehirleri sürerler. "Bir ay kadar vaktimi bu topluluklar içinde geçirdim. Bütün erkeklerin avlanmak için zehirli ölümcül oklar kullanan bu topluluk farlılıkları, çatışmaları ile nasıl başa çıkıyorlar diye merak ettim. Açıkçası öğrendiğim şu ki, bu topluluklarda ne zaman sinirler gerilse birisi (kabile liderlerinden) gidip bütün zehirli okları çalıların arasına bir yerlere saklıyor. Ondan sonra herkes çember oluşturarak oturuyor ve konuşuyorlar, konuşuyorlar ve konuşuyorlar. İki gün sürebilir veya üç ya da dört gün sürebilir. Ama dinlenmiyorlar ta ki bir çözüm bulana dek. Gerginlik çok yüksekse o zaman taraflardan birini uzaklara gönderiyorlar..."
Urly, bu sisteme "üçüncü taraf çözümü" diyor ve doğrudur.
Çatışmalarda her zaman bir "üçüncü taraf" vardır ve "sivil üstünlük" diye tanımlayacağımız bu üçüncü taraf bizde terörün önlenmesi için, kendi tercihi söz konusu olan ve terörden en çok zarar gören Kürt halkının bizzat kendisidir. Terör örgütü halktan destek alamazsa tutunamaz. "Bana ne hastalığı"na yakalanmış, sürekli kurtarılmayı bekleyen bölge halkı, baskı ve tehditlere rağmen devletten yana taraf olmalıdırlar. Ve halkı buna cesaretlendirme ve ikna etmek siyasetçiler kadar kalemine, nefesine, ilmine, şöhretine, servetine güvenen herkesin sorumluluğudur.
Tabii Boğaz'dan mesaj göndererek değil yerine giderek...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.