Dünyanın koronavirüs ile mücadelesi devam ederken çoğu ülkede büyük sanayi kuruluşları, ticari yapılar, şirketler hatta siyasi yapılar salgın sonrasında ayakta kalmanın yolunu arıyor. Çünkü devletler ve toplumlar bu mücadelede sağlıktan güvenliğe kadar sayısız sektörde imtihandan geçiyor. Ve çoğunun başarılı oldukları söylenemez.
Bu imtihan, salgında ne kadar insanın öldüğü ile sınırlı değil. Alınan tedbirler insanların hayatını korumakla beraber geleceğini korumaya da yöneliktir. Her afet sonrası gibi can derdi bitince mal derdi başlar.
Tarihte yaşanan veba, çiçek, kızamık, kızıl, kolera, tifo ve benzeri büyük salgınlar toplumların yapılarını derinden sarsmış ve önemli değişimlere yol açmış, toplumsal yapı üzerinde önemli etkileri olmuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Çankaya Köşkü'nde “Koronavirüsle Mücadele Eşgüdüm Toplantısı”ndaki konuşmasında “Yaşadığımız sürecin insanlık üzerinde ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracağını henüz bilemiyoruz. Bugünkü dünyanın nasıl bir geleceğe evrileceğini kestirmek zordur. Ancak, artık hiçbir şeyin eskisi gibi gitmeyeceği, gidemeyeceği de açıkça ortadadır” ifadesi küresel ekonomik, siyasi ve sosyal düzende yaşanması muhtemel köklü değişikliklere işarettir.
Sanki insanlık korkutulup, sindirilerek yeni bir dünya düzenine sürükleniyor. Bu düzen insanların robotlaşıp isimlerin silinip numaralandırılacağı, bileklerine takılacak “çipler” ile takip edileceği bir düzen. Virüsün, tedavüldeki kâğıt para ile yayıldığı fikrinden hareketle “Bitcoin" yani dijital para kullanımı başlasın hem parayı hem taşıyıcısını kontrol ederiz diyorlar.
Korona salgını korkusu köpürtülerek yeni bir dünya düzeninin provasını yapıyorlar.
Salgını önlemenin ötesinde yeni bir toplum düzeni inşa etmenin işaretlerini görüyoruz. Bir savaş yöntemi, bir intikam aracı, ülkeleri çökerten bir saldırı yöntemi olarak kullanılacak sanki. O zaman sağlık meselesi olmanın ötesinde yepyeni bir mücadele ile karşı karşıya kalacağız demektir.
Petrolden sonra ilk çöküşler turizmde, seyahat ve turizm durdu, Eğitim ve kültürel faaliyetler de durdu. İlk teslim olan ülke İtalya oldu, ülkenin tamamı karantina altına alındı. Ülke pes etti. İnsanlara evlerinden çıkmama çağrısı yapılıyor. Okullar kapalı, turizm bitti, şehirler hayalet şehirlere döndü.
“Uluslararası sistem" dedikleri sömürü düzeni yerini kaosa bıraktı. Harvard Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Hannah Marcus, New York Times’a yaptığı açıklamada, ‘Salgın hastalıkların tarihsel olarak marjinalleştirilmiş insanların zulümlerine yol açmasına karşı dikkatli olmalıyız” demiş. Marcus yanılıyor, asıl korkması gereken kaymak tabakadır. Geçmişte salgın hastalıklar ve vebalar genellikle yoksulların ve savunmasızların mağdur olmasına yol açıyordu ancak bu defa durum farklı.
Korku hepimize yeni bir hayat biçimi dayatıyor, ama durduğu yeri değiştirmek yoksullar için daha kolay çünkü arkada bırakıp vazgeçeceği şey çok fazla değil.
Muhtemelen büyük şehir insanları yaşadıkları dünya ile bir hesaplaşma yapacak, aynaya bakacak ve “Bu karmaşa dünyasının sustalı ve çipli maymunu olacağıma, kırsal dünyanın hür çobanı olurum” diyecek.
Ama ne var ki, artık köye koşan bugünkü insan, köyden kaçan dünkü insan değil. Toprakla hiç ülfeti ve muhabbeti kalmamış, ekip biçmeyi bilmeyen kırsalla tek ilişkisi “semaver”le sınırlı...