İstanbul yoruldu mu?..

A -
A +

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü İstanbul'da yaşanan depremlerle ilgili olarak yayınladığı raporda depremin şiddetinin denizde 8 karada 5 olarak ölçüldüğünü aktardı.

 

Bu sonuç Marmara Denizi’nin deprem ile açığa çıkan enerjinin önemli bir miktarını yutarak karadaki tehdidi engellediğini ortaya çıkarıyor. Ancak bu durum bundan sonraki gelecek muhtemel depremlerin merkezinin denizde olmasını garanti etmez.

 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum AFAD Kriz Merkezi'nde Marmara Denizi Silivri açıklarında meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremle ilgili yaptığı değerlendirmede İstanbul'da bir buçuk milyon dönüştürülmesi gereken riskli bina olduğunu belirtti.

 

Bakan Kurum 3 bin hasar tespit ekibi ile yerinde tespit çalışmaları yapıldığını belirterek “Riskli yapıların yüzde 30’u acil dönüşmeli, kaybedecek vaktimiz yok. Riskli bina öldürür -bedeli ne olursa olsun dönüştüreceğiz- diyerek kentsel dönüşüm başlattık. Sorumluluk sahibi herkesin bilmesi gerekir ki İstanbul’un artık tek gündemi deprem olmalıdır" açıklamasını yaptı.

 

“Yorgun bina”, uzun yıllar boyunca maruz kaldığı çevresel ve fiziksel etkiler nedeniyle yapısal bütünlüğünü kaybetmiş, dayanıklılığı azalmış binalar için kullanılan bir terimdir. Bu tür binalar, yetersiz bakım, çevresel faktörler nedeniyle zaman içinde güvenli kullanımı tehlikeye girebildiği gibi sarsıntıya maruz kalarak da yapısal bütünlüklerini kaybedebilirler.

 

Sayın Bakan İstanbul’da, yüzde 30’u acil dönüşmesi gereken 1 buçuk milyon bina olduğunu söylüyor. Bu rakam deprem öncesi tespitleri ihtiva ediyor. Şu andaki sayı çok daha farklıdır.

 

“Rijitlik” dediğimiz “salınım yeteneğini” kaybeden bina güçlü bir deprem sonrasında ayakta kalamaz. Bina, türbülansa girdiğinde kanat “rijitliğini” kaybeden uçak gibidir. Uçaklar da havada türbülansa girdiğinde metal kanatları yukarı 5 metre aşağıya yaklaşık 1-1,5 metre esniyor. Onun için her yeni uçak 'kanat kırma' testlerinden geçer.

 

Deprem sonrası hasar alan binaların da benzer bir “kanat kırma” testinden geçmesi yasal ve ahlaki bir mecburiyettir. AFAD, 6,2’lik deprem sonrası 291 artçı sarsıntı yaşandığını açıklamıştı. Bu durum “İstanbul depremi herhangi bir afet değil, Türkiye'nin bağımsızlığını dahi etkileyecek millî güvenlik meselesidir” diyen Bakan Kurum’u haklı çıkarıyor.

 

Depremlerden sonra binaların fiziksel olarak yorulduğunu, betonla demir arasında oynamalar ve boşluk oluştuğunu o yüzden orta hasarlı binaların güçlendirilmemesi, yıkılması gerektiği belirtilerek meydana gelecek güçlü bir depremde zaten yorgun olan bu binaların yıkılabileceğini ifade ediliyor.

 

“Bu tablo konusunda kaybedecek vaktimiz yok, İstanbul'un artık tek gündemi deprem olmalıdır…” diyen Bakan Kurum depremle mücadele için yol haritasını “fay kuşatmasındaki” bütün coğrafyamız için düşünmeli.

 

“Deprem Dede” olarak bilinen merhum Ahmet Mete Işıkara “Kaçarımız yok… Türkiye’de nereye giderseniz gidin deprem üretim odaklarıyla karşılaşırsınız. Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz. Bunun için oturacağınız binanın makyajına değil, esasına bakın. Unutmayın ki deprem öldürmez, binalar öldürür…” derdi.

 

Bilim insanları farklı şeyler söylese de binaların dili aynı ve onları dinlemeli… Her deprem mekân ve zaman farklı olsa da benzer hikâyeler bırakıyor. Müteakip depremler için gösterdiği yol haritaları farklı değil. Fazla geriye gitmeye gerek yok, yeteri kadar da deprem hikâyemiz var.

 

Yerin altını yönetemeyiz, risk yukarıda, bizim “dokunduğumuz” yerde. İkiz binaların arasındaki boşluğa, dilatasyona bakmalı, bloklar sarsıldığında birbirine koçbaşı gibi vuruyor mu? Katlı binaların zemin katlarındaki mağazalara bakmalı, malları daha iyi sergilemek için kolonlar kesilmiş mi?

 

Aynı kanaatteyim… Bilimsel bir anlam ifade etmeyen, kırılma eşiğine gelmiş fayların kırılma takvimini tartışacağınıza kırılmış fayların altındaki öğrenci yurdundan öğrenci, bilardo salonlarının enkazından gençlerin cesedini çıkaranları dinleyin!..

 

 

 

Hikmet Köksal'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.