Zamanında personel şefi olmayı çok isteyen bir çalışana arkadaşları “kara mizah” türü, ağır bir tezgâh kurdu. Personel müdürü yıllık izne ayrılınca sahte bir tayin yazısı düzenleyip postaya verdiler. Sonra yazı arkadaşlarına ulaşınca hepsi sıraya girip yeni görevini tebrik ettiler. Mevcut müdürün gelmesine kadar bu şaka devam etti ama müdür göreve dönüp durum ortaya çıkınca hepsi karakolluk oldu. Sonuçta şaka olduğu anlaşıldı ama ortada daha ciddi bir sorun vardı.
Şaka mağduru olayın şaka olduğunu kabul etmiyor, odayı ve koltuğu terk etmiyordu...
31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul bölgede faili çok da meçhul olmayan bir cürüm var. Ülke için ciddi maliyetlere sebep olan bu sandık hırsızları elbette ki yargıda hesap vermeli. Şimdilik daha önemli görünen milletin yenilenecek seçimde koltuğu kime emanet edeceği.
Seçmen iradesini ortadan kaldıran ve seçimin yenilenmesine sebep olan cürüm “hem sandık başkanları ve sandık kurulu memur üyeleri konusunda hem de oy sayım ve döküm cetvellerinde" yapılan usulsüzlüklerdir. YSK 42 bin şüpheli oy pusulasının varlığının seçim sonucunu doğrudan etkileyeceğine hükmetti ve seçimleri yenileme kararı aldı.
Ancak CHP ve İmamoğlu bu travmayı kolay atlatamaz, ikna etmek zaman alacak gibi görünüyor.
YSK kararı turnusol kâğıdı gibi, herkesin ne mal olduğunu ortaya döktü. Seçimlerin yenilenmesi yönünde irade koyan üyelere çete mensubu muamelesi yapanlar, İmamoğlu’nu başkanlığı elinden alınmış mağdur siyasetçi olarak pazarlayanlara kadar geniş bir pazar sergisi.
En dikkat çekeni de partisini bir türlü kuramayan Sayın Abdullah Gül’den geldi. YSK’nın seçim yenileme kararını 2007 yılındaki kendi hakkını gasbeden 367 kararına benzetiyor.
Bu acayip garaip değerlendirme karşısında hâlen AK Parti çatısı altındaki çok sayıda sözde AK Partili “mıyy… mıyy…” karnından konuşurken Sayın Gül’e cevap “İstanbul’u hileyle rehin alamadılar” diyen MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli'den geldi.
Sayın Bahçeli “367 tezini ortaya koyup kendi Cumhurbaşkanlığını engellemeye çalışan bir zatın görüşünü şimdiki ile benzeştirip, iki üzüntü yaşadığını söylemesi mümkün değildir. Kendisinin cumhurbaşkanı olması için üçüncü turu deneyen AK Partiye vefasızlık yapıyor.”
Sayın Gül’ün bir öfkenin dışa vurumundan ibaret bu açıklaması şüphe yok ki 367 yoklamasında o gün kendisini engelleyenleri çok mutlu etmiştir.
Şimdi İmamoğlu’nu mağdur siyasetçi olarak vitrine sürme zamanı. Buradan da bir taban oluşturmaya çalışacaklar. Oysa gerçek resim, YSK karar gerekçesine bakıldığında mağdurdan ziyade durumdan istifade ile koltuk işgalcisine benziyor.
Burada dikkat çeken şey (sözüm ona) bugün aktif olmayan bazı siyasetçilerin AK Parti il teşkilatlarının sandıkların sahiplenilmesinde gösterdikleri zaafı bu işgal için masumiyet karinesi olarak ileri sürmeleri. “Sandığa sahip çıksaydın” diyorlar. Aslında bu tavırlar hakkı teslimiyet değil içeride kalmış öfkenin geri dönüşümü gibi geliyor.
Bu sataşmaya mukabil, satmaya eş değer bir ihmalkârlıkla sandıkları sahipsiz bırakmak, "itimadı nefs” ve gevşeklikle izah edilemez. Bunun hesabı da elbet gündeme gelir.
Seçmen davranışları üzerinden analizler yapan AK Partinin ana hedefi 31 Mart’ta sandığa gitmeyen bir milyon 700 binin üzerindeki seçmeni sandığa götürmek olacak. Küsen ve sandığa gitmeyen seçmene “tek bir oyun bile ne kadar önemli olduğu” anlatılırken “Vatandaşla aranıza duvar örmeyin" diye sürekli olarak ikaz edilen AK Parti teşkilatlarının da yaşananlardan ders çıkarması şart.