İşte benim hikâyem...

A -
A +
TCG Bozcaada korvetinin önceki gün Lübnan açıklarında kurtardığı mülteci teknesinde yaşanan büyük dram ekranlara yansıdı.
36 kişinin kurtarıldığı 4 kişinin açlık ve susuzluktan öldüğü, 10 kişinin ise umutla atladıkları denizde kaybolduğu faciada kurtarılan mültecilerden Zeynep el-Kak yaşadıkları tarifsiz acıyı şöyle anlattı: “2 yaşındaki oğlum su için çığlık atıyordu. Onu kaybettik, kefenledim ve iple tekneye bağladık. 2 gün tekneye bağlı şekilde suda kaldı. Eşim bırakırsak onun sayesinde kurtulabileceğimizi söyledi. Sonra oğlumun cansız bedenini denize bıraktık...”
Bu facia Akdeniz'de yaşanan acıların ilki değil ve bir varil petrol için her melaneti sırtlayan sömürgeci Batı bu defa çok daha fazla mazlum kanı içmenin peşinde.
Nerede kalacağı belli olmayan Fransa destekli Yunan didişmesinin öncesindeki bu dramlar çoğumuzun dönüp Balkanlar üzerinden geçmişimizle yüzleşmemize vesile oluyor. İçinden geçtiğimiz sapı silik eğitimle yeterince tanıma imkânı bulamadığımız geçmişimizde ne trajediler saklı. Onları el yordamıyla yakalamak ne talihsizlik.
"Hangi birini anlatayım? Gece ışıldaklar karayı yalayıp geçiyor. Patlamalar, alevler, açılan gedikler, sessizce ölen askerler... İnleyen yaralılar... Bu bir imtihandır ana. Burada kendimizi öğreniyoruz. Yaşamaya hakkımız olduğunu, düşmanımızı öğreniyoruz... Telefonlar... Tayyarelerin gelip geçişi... Sudaki günün parıltılarına, gece yıldızlara bakmaya zaman yok. Otlar nemli, böcekler kuşlar öter durur. Siperler, dikenli hatlar... Askerlerden biri incir toplayıp getirmiş. Geceleri türkü okuyorlar...”
Bu satırlar Yazar Sevinç Çokum’un bir göç hikâyesi anlattığı “Bizim Diyar”dan. Osmanlı'nın kaybettiği Balkanlar'dan sürgün yeyip ayrılmak zorunda kalan bir ailenin İstanbul'da son bulan hikâyesi...
Şimdi satırların arasında sıkışmış bu hikâyelerin bizim modernist çöplüğe sıkışmış hayatımızda nerede durduğuna bakalım...
İnsanlık adına çok büyük bir değişim döneminin arifesindeyiz. Korona salgınından bin beter. Öyle bir değişim ki, bildiğimiz hemen her şeyin; “devletin”, “dinin”, “toplumun”, “ahlakın”, “cinsiyetin” anlamının değişeceği, dönüşeceği, translaşıp karmaşık formalara bürüneceği... tarihte daha önce hiç yaşanmamış yeni bir dönemin içine itildik.
Hayatımızı, geleceğimizi gençliğimizi kuşatan “Modernizim” bu ülkeye bacadan mı girdi?
Kendi tarihini bilmeyen, kendi dilini çarpık konuşan, Dinini “oryantalistlerden” öğrenen yarını için hiçbir planı olmayan bir toplum/gençlik geleceğe nasıl yürüyecek?
Bir toplum kendi eğitim, kültür, sanat sistemini ve medya rejimini kurmadığında zihnen işgal edildi demektir. Sahip olduğunuz zenginlikleri kullanamazsınız, insan güçlü bir arabanın direksoyununa geçmiş kör gibi hedefsiz kalır, onun yönü ve istikameti olmaz. Batılıların sömürgeleştirmesine, gelip işgal etmesine gerek yok.
Bizden önceki neslin bize anlattığı bir hikâyesi vardı, nasihatlerini o hikâye üzerinden anlatırlardı. Biz de onların hikayeleri içinden kendimize “rehber/rol modeli bir kahraman” seçerdik.
Sıradan bir adamı bir lidere dönüştüren ona cesaret vererek meydana süren kahramanıdır. Bugün gençlerin önündeki en büyük engel onların kahramanlarını  “sosyal medya tipsizleri ve Hollywood sokaklarından” seçmeleridir. Muhtemelen kahramanlarıda Harry Poter’dan ibaret olacak.
Bizim kahramanımıza gelince, M. Fuat Köprülü'nün bir dörtlüğünde saklı duruyor:
“Söğüt dallarında hasta serçeler/Eski akın destanını heceler./Tuna ağlıyormuş bazı geceler;/Göğsünde Kefensiz Şehitler varmış…”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.