Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına

A -
A +
Bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden biri karga biri leylek iki kuşa rastlar. Bu iki kuşun nasıl olup da kendi aileleri ile uçmak istemediklerini merak eder. Yaklaşır ve merakla kuşları inceler. Her ikisinin de topal olduğunu fark edince anlar ki, kendi çevreleri yanında tutunamayanlar birlikte uçar, birlikte kaçar ve birlikte yaşarlar. Onları birbirlerine yakın tutan, sahip oldukları değil sahip olmadıklarıdır...
Kendisini toplum dışına atan veya atılan insanları bir araya getiren ayaklarının değil duygularının, değerlerinin topal olmasıdır. İncinmiş insanlar toplumdan kopup ortak değer geliştiremeyince kendilerine yeni bir dünya kurmak isterler. Güçlü aile ve toplumlar, ruhu sakat insan üretmez, yaptıkları duygusal ve manevi yatırımlar onların ileri yaşlardaki güvencesidir.
Yalnızlığın öldürdüğünü biliyoruz.
Güçlü aile, dost ve arkadaş mahrumiyeti bildiğimiz şiddet, cinayet, hırsızlık, tecavüz yolsuzluk ve çürümenin kaynağıdır. Eğer iki nesil önce toplumu sekülerizmin putlarına kurban vermeden önce bir Anadolu kasabasında yaşıyor olsaydık güçlü toplum ve aileyi yakından tanırdık. Fransız gezgin A.Brayer "Neuf annees â Constantinople" isimli eserinde Osmanlı'daki güçlü, birbirine kenetli aile yapısı hakkında şunları yazıyor:
"Çeşme sularının verdiği bir set üstündeki köşelerin hanımlar tarafından işgal edilmiş olduğu görülür. Bunların içindeki genç annenin en küçük yavrusunu zarif bir mahcubiyet içinde okşadığı ve daha büyük çocuklarına bakmak vazifesini de kendi annesine bıraktığı görülür. Bu çocuklar arasında gürültülü oyunlardan, hızlı koşmacalardan, çığlıklardan, itişip kakışmalardan ve hele küfürlerle, tokat ve yumruk darbelerinden eser bile görülmez. Bunlar İslam terbiyesi ile ıslah edilmiş olduklarından o kadar sakin eğlenirler ki sesleri bile güç duyulur. Büyük anneleri menkıbeler anlatır, hayat tecrübelerini öğretir, atasözleri ile bitirdiği hikâyeler hafiften nida gibi dinlenir. Osmanlı'da çocuklar yetişip olgunluk çağına geldikleri zaman ana ve babalarının yanlarında bulunmakla iftihar ederler. Oysa başka memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez anaları ve babalarından ayrılmakta, mali menfaat yüzünden çekişip münakaşa etmekte, hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları halde onları sefil bir hayat içinde bırakmakta ve o zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar..."
Sağlığın, huzurun temel belirleyicisi sosyal çevre ve bu çevreyle kurulan "aidiyet duygusu"dur. İyi bir "sosyal çevre" ve güçlü moral değerler, bedensel, ruhsal, sosyal ve moral bakımından insanı besler. İnsana kendini kötü hissettiren duyguların başında yalnızlık duygusu var. Yalnızlık duygusunun panzehiri ise sosyal bağlar ve güçlü bir maneviyattır. Bunun için sosyal çevremizle iyi ilişkiler kurmaya, inanç dünyanızı zenginleştirip "aidiyet duygusu"nu sağlamlaştırmak gereklidir.
Mevlana hazretleri diyor ki: 
"Kim olursa olsun, yol dostlarıyla (aile, akraba, iş ve sosyal çevre) buluşmayı, onların halini sormayı, hatırlarını ele almayı lâzım bil. Hatta düşmanın bile olsa yine ihsan iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak, kine merhemdir. Bir dost bulamazsan, taştan bir dost yont, onu sev..."
Eğer içinde yaşadığımız toplum, aile ve akraba, arkadaş ve dost çevresi ile ilişkiler iyi değilse bir süre sonra aidiyet duygusu parçalanır, artan öfke ve yalnızlık kara bir delik gibi insanı yutar. Bugün şiddet, intihar, tecavüz, uyuşturucu batağında ziyan olanlar bu kara delik tarafından yutulanlardır. Eğer servetleri büyütmek kadar insan kazanma derdimiz olsaydı çoğu gencimiz savrulup gitmezdi.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.