Dün gazetemizin “Geniş Açı” sayfasında değerli N. Aydoğan Ünal “esas beka meselesi; dilimiz” başlıklı yazısında Uydurma Türkçe hamlesi ile dilimizin nasıl kabile lisanına döndüğünü anlatmış.
Ünal “Bundan 30-40 sene önce uydurma dille mücadele eden çok kıymetli edebiyatçılarımız, yazarlarımız vardı. Maalesef bugün Türkçemiz sahipsiz ve garip kaldı. Dilimiz fakirleştirilerek kabile lisanına döndü. Artık gençlik 1950'den önceki kitapları gazeteleri okuyup anlayamıyor. Hâlbuki bir Fransız genci Victor Hugo’nun, bir Rus genci Tolstoy’un kitaplarını okur ve anlar” diyor.
Bu “Dil kıyımından maksadın” geçmişle irtibatın kesilmesi ve dil üzerinden köklerin kurutulması olduğu açıktır. Ama daha fazlası var, Türkçeyi kurutanlar, sadece geçmişi değil geleceği de gömüyorlar.
Dil kurutulduğunda fikir de kurur. Yazar George Orwell (1903-1950) ünlü romanı “1984”te despot bir yönetimin hükümranlığı altında yaşayan kahramanı Winston Smith’in dünyasında insani değerler teker teker yok edilirken Dil’in de nasıl ve niye katledildiğini şöyle anlatıyor:
Winston, "sözlük nasıl gidiyor?" diye sordu. Syme hemen cevapladı: "Dile son biçimini veriyoruz, başka bir dil konuşan hiç kimse kalmadığında alacağı biçimi. Sözlüğü tamamladığımızda senin gibilerin dili yeni baştan öğrenmeleri gerekecek… Sözcükleri yok ediyoruz, her gün onlarcasını, yüzlercesini ortadan kaldırıyor, dili en aza indiriyoruz… Maksadın düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşünce suçunu tam anlamıyla imkânsız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük kalmayacak… Tüm gerçek bilgiler silinip gitmiş olacak, tüm eski edebiyat ortadan kalkmış olacak…" Winston, kendi kendine; “Çok zeki, her şeyi çok açık seçik görüyor ve sözünü sakınmıyor. Çok gitmez bu adamı buharlaştırırlar… ”
Orwell’in hikâyesi 1920-1950 arası sürdürülen ara dönem frenlerine rağmen tekrar azıya alan dil kıyımının niçin yapıldığı hakkında bir fikir veriyor.
Bir insanı istediğiniz gibi düşündürmek, düşüncü havuzunu daraltmak istiyorsanız, ona istediğiniz dili öğretin, böylece bu kişinin düşünce dünyasına hâkim olabilirsiniz. Araştırmalarda insanların; ana dili ile düşündükleri ortaya çıkmıştır, bu da şunu gösterir insanların düşünmesi için ana dillerinin olması gerekir.
Ancak bu ana dilin üzerinde bir hâkimiyet (yok etme, daraltma) kurulursa ne olur?
Yazar Hayati İnanç bir konuşmasında serbest avukatlık yaptığını, ancak eski Türkçeden bugünün Türkçesine tercüme yapmaktan büyük keyif aldığını dile getirirken;
“Edebiyatın ustalarıyla 45 yıldır sohbet ediyorum. Bizlere harika şiirler, mısralar bırakarak gitmişler. Fakat biz onların kullandıkları dili, lisanı unutmak için özel bir gayret sarf etmişiz. Kendi dilini -tercümesi olmadan anlayamayan bir nesil- yetiştirmek üzere akıllara ziyan bir gayret göstermişiz” demişti.
Oxford Üniversitesi'nin önde gelen Türkçe araştırmacılarından, Profesör Geoffrey Lewis’in bizdeki dil üzerindeki operasyonları anlattığı “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” konulu ciddi bir çalışması var. Lewis, diyor ki:
“Bir metnin kaleme alındıktan otuz küsur yıl sonraki nesillerce anlaşılmaması hakikaten trajik bir durum. O zamanlar yazılan kitapların şimdiki insanların okuyabilmeleri için ‘modern Türkçeye yapılan çevirilerinin’ bulunması sadece basit bir dil dönüşümü olarak açıklanamaz. Çünkü dil özünde bu kadar hızlı bir değişime açık değildir. Bu açıdan dil muhafazakârdır diyebiliriz. Her dil bir gelenektir ve gelenek, haksız yere yapılan müdahale durumunda manasız bir hâl alır, ortaya bir ucube çıkar.”
Öyle de oldu, kendi dilinde tercümesi olmadan anlaşılamayan ucubeler üretmeyi başardılar…