Avrupa’da yaşayan göçmenler için “istilacı” diyen Brenton Tarrant adlı bir terörist, Yeni Zelanda’nın Chirstchurch şehrinde cuma namazı esnasında 50 kişiyi El-Nur ve Linwood Camii'nde katletti, 48 kişiyi de yaraladı.
Saldırıdan kısa süre önce bir manifesto yayımlayan saldırgan çarpık ideolojisini ve saldırıyı neden düzenlediğini anlattı. Belli ki, Türkleri “kıyameti getiren atlılar, dünyanın sonunu getirecek ırk” şeklinde tanımlayan Protestan Kilisesi'nin kurucusu Martin Luther’in duyduğu korku ve nefreti taşıyor ve nefreti/korkuyu günümüze taşımaktadır.
Türkler hakkında araştırmaları bulunan Alman Sosyolog Dr. Margarete Spohn; Avrupa’nın “Türk korkusu” üzerinde kapsamlı bir araştırmaya girerek, korkunun sebebini araştırmış ve “Her şey Türk işi-Alles Getürkt” isimli kitabını hazırlamıştı.(*)
Dr. Margarete Spohn, kitabında, Türkler hakkındaki bu korku ve nefretin sistemli karalamaya dayandığını ve Türklere atfedilen bu sıfatların tamamen asılsız, planlı bir siyaset olduğunu ortaya koyuyor.
Dr. Spohn 2003 yılında Yeditepe Üniversitesinde gerçekleştirilen bir konferansta kitabı ile ilgili bilgi verirken bu karalama propagandasının altında yatan temel sebebin 16. ve 17. Yüzyıllarda Avrupa’da büyük vergi yükü altında ezilen bir halk, çiftçi ayaklanmaları varken, üst kesimlerinde halkı sömüren ve kendi kurallarına göre yaşatmaya çalışan asiller, kilise ve Ordu’nun saltanatını kaybetme endişesi olduğunu belirtir.
Çünkü “Bu durum büyük bir adaletsizliğe yol açıyordu ve asla sınıflar arası bir atlama söz konusu olamazdı. İşte bu kaotik durum içinde, bir de Viyana kapılarına kadar dayanan, güçlü, sosyal sınıf ayırımları olmayan Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın feodal yapısına karşı çok büyük bir tehlike olmaktaydı” tespitinde bulunur.
Batı 16. ve 17. Yüzyıllarda kendi halkları üzerine uyguladığı sömürü düzenini son bir asırdır İslâm Dünyası üzerinde kan dökerek uyguluyor. Ne var ki, hâlen devam eden Orta Çağ vebası bu hastalıklı sömürge zihniyet için en büyük tehdit “Güçlü Türkiye”dir.
Olay Yeni Zelanda'da oluyor manifesto ve arkasından Türkiye hedefe konuyor. Büyük Türkiye bütün İslâm dünyası için sömürgecilik tehdidine karşı en büyük engeldir. İçerideki teslimiyetçi kafalar inkâr etse de gerçek budur.
Olay sonrası İslâm Dünyasından gelen tepkilere bakın, petrol zengini kabile şeyhleri nerede? Krallar, prensler, neden yüksek tonda “haçlı terörü” diyemedi? Coğrafyaları ve isimlerinden başka, İslâm ile ilgileri nedir?
Neden hiçbiri bu vahşete meydan okuyamadı? Bu suskunlukları neyin karşılığı?
Saldırganın iddia ettiği “büyük korku” ve arkasına sığındığı “Büyük İkame” terimi farklı olsa da her zaman Batılı yazarlar tarafından politik maksatla kullanıldı. Bunlardan biri camilerdeki katliama “tamamen karşı olduğunu” söyleyen Fransız Yazar Renaud Camus’tur. Camus, cuma günü verdiği röportajda, hakkında ki (katliamın fikir babası olduğu) iddialarına karşı çıkarak aksine “En az 50 kişiyi öldüren cinayetleri savunduğu iddiasının tamamen aksi görüşte” olduğunu söyledi.
Ama 72 yaşındaki Camus, göçmenlerin Fransa'daki ve diğer yerlerdeki yerlileri değiştirdiği fikrini sağlam tutarak vazgeçmedi. Tedbirin şiddetle değil, “yeniden göç etme” dediği şeyle birleştirilmesinin olduğunu söylese de 20 yıl önceki teorisini geliştirmenin peşinde.
Dünyanın öbür ucundan bir teröristin Türkiye’yi hedefe koyması ferdî bir refleks değil ve boşuna değil. Dertleri, İslam dünyasında kurdukları sömürgeci Batı kuklası Kral, Şeyh veya askerî diktatörler üzerinden yürüyen sömürge düzeni gibi Türkiye’de de bir gedik açmaktır. .
Ancak karşılarında 'dur' diyen, 'hayır' diyen, kökleşmiş, kireçlenmiş kompleksleri atan, teslimiyetçiliği kıran bir Türkiye var. ABD, AB ülkeleri ve İsrail’in korkusu şudur: “Ya bütün İslâm dünyası Türkiye örneği üzerinden 'Hayır' demeye başlarsa?.."
.....
(*) HER ŞEY TÜRK İŞİ-Margarete SPOHN: YKY, 1996-İSTANBUL