Artık insanlar ölüme yalnız gitmiyorlar…
İstanbul Fatih’teki Yetişkin kardeşler ve Antalya’daki Şimşek ailesinin siyanürlü toplu ölümüne benzer bir haber de Bakırköy’den geldi.
İş adamı Bahattin Delen ile eşi Zübeyde ve yedi yaşındaki çocukları Ali Delen'in cansız bedenleri İstanbul Bakırköy'deki evlerinde bulundu. Savcılık, "Delen, önce eşinin ve çocuğunun zehirlenmesine sebebiyet verdi, ardından intihar etti" değerlendirmesi yaptı. Savcılığın açıklamasına göre olayın sebebi, Bahattin Delen'in aşırıcı derecede borçlanıp bunalıma girmesi.
Bir medeniyetin çocuklarının düştüğü umutsuzluk, yalnızlık ve barbarca seviyesizlik artık gelecek için değil hâlihazırdaki hayatımız için umut kırıcı. Yukarıdan bakıldığında yaşanan toplu intihar ve katliamlar öyle cımbızla çekilmiş gibi değil her sokak başını kesmiş belalar gibi görünüyor.
Psikologlar buna “Kötü dünya sendromu” diyorlar.
Tehlikenin büyüklüğü sayılarının azlığı çokluğu ile ilgili değil olayların sıradan günlük olaylar olarak toplum tarafından kabulüdür.
Toplumda meydana gelen şiddet, saldırı, katliam olaylarının medyada tekrar tekrar verilmesi insanların kendilerinin de bir gün böyle bir bunalım, şiddet veya katliam kurbanı olabilecekleri korkusunu geliştiriyor. Korku ve huzursuzluk artarken insanlar kendi evlerini daha da kötüsü eşlerini, çocuklarını tehdit olarak algılıyor.
Gerçekten dünyada kötülük evlerimizin içine girecek kadar yakınımızda mı?
Prof. Nevzat Tarhan “İnsanları kolay yönetebilmenin yollarından biri onları korkutup sindirerek esir almaktır” diyor. Tarhan “Korku ve şiddet toplumu pasifize etmek ve istenilen yöne çekmek için kullanılır, 'şiddet görüntülerini yoğun düzeyde izleyenlerin bazılarında dünyayı korku dolu acımasız gelecekle ilgili kötü ve tehlike bir yer' olarak görme ortaya çıkar. Diğer bir grup insanda ise agresif davranışlar olarak ortaya çıkmakta. Şiddete karşı şiddet…" diyor.
Bir saldırıyla karşı karşıyayız. Medya yolu ile toplum korkutulup sindirilmek isteniyor. “Medyanın, terörü görünür kılması, meşrulaştırması ve önemlisi de, görüntünün gerçekten daha gerçek bir hakikate dönüşmesi” dir. Her cinayet, intihar, katliam, şiddet olayını tekrar ve tekrar yayınlamakla “azmettirici/sıradanlaştırıcı” rol oynuyorlar.
Aile, eş ve çocuklar doğrudan bu saldırının hedefidir. Bu saldırının nükleer bir saldırıdan farkı yoktur. Tahribatı doğrudan ve sinsice hayatımıza girmektedir.
Her insan zor zamanlarında kaygı ve endişelerini paylaşmak için “hemdertlik” ve “diğerkâmlık” ihtiyacı duyar. Bu bedelli bir iştir, zaman, insana yatırım ve fedakârlık ister. Psikiyatr Dr. Ayhan Akcan’ın “Aile içi geçimsizlik, ekonomik sorunlar ve sosyal problemler çok fazla. İflaslar, boşanmalar, göç gibi sosyal sorunlara paralel olarak bir artış var. Maalesef insanlar sorunlarını diyalog ve iletişimden daha çok şiddetle çözmeye çalışıyor. Bunun en üst noktası da cinayet” tespiti son dönemlerde şiddet ve cinayet vakalarının niye arttığını açıklıyor.
Eskiden kendisi de intihar girişiminde bulunmuş olan Profesör Kay Redfield Jamison devamlı artan umutsuzluğun dayanılmaz hâle geldiğinde, zihnin intihar dürtülerini engelleme yeteneğinin giderek zayıfladığını ve insanın karşı koyamadığını belirterek şöyle diyor: “İnsanlar her şeyin düzeleceğine inandıkları sürece, depresyona dayanabilir ya da tahammül edebilir…”
Büyük İslam Âlimi Hasan-ı Basri hazretleri "umut" dediğimiz yeise düşmemek, her şeyin bir gün düzelebileceği kaynağını besleyen ne muhteşem bir ölçü koymuş. Diyor ki: “Yer demir olsa, gök bakır olsa ve bütün Basra ahalisi hane halkım olsa, akşamdan sabaha 'bunları nasıl bakarım?' diye umudumu kaybetsem kendime kul demem…”
Prof. Jamison, Merhum Dostum Hilmi Kavalcı’nın “umudu beslemek için tavsiyesi” de sıkça dostlarıma söylediğim nasihatlerini haklı kılıyor. Özeti şudur: “Para kazanmak için kendini fazla hırpalama, para akıllıdır ve gideceği yeri bilir. Sen DOST KAZANMAYA bak!.."
Keşke, borçlar, ticari başarısızlıklar, yoksulluk ve işsizlikten kaynaklanan sorunlarını siyanürle çözmeye kalkan insanlar bir dostun kapısını çalsalardı...