Bu satırları yazarken oy verme işlemleri devam ediyordu. Ben sonuçları çok da endişe ile takip edenlerden değilim. İnancım o ki, bu seçimin sonuçları muhalefetin anlamsız takıntılarının hayal kırıklığı ile yüzleşmesidir.
Türkiye, Turgut Özal döneminden bu yana neredeyse yirmi beş yıldır sürekli değişiyor. Ekonomisi değişiyor, sınıfsal yapısı değişiyor, ulaşımı değişiyor, iletişimi değişiyor, büyüyor çeşitleniyor çoğalıyor.
Ve değişim devam edecek.
Ama aynı Türkiye farklı ve hoşa gitmeyen bir rahatsızlığın sancılarını çekiyor.
Küçük bir akvaryuma konmuş iri bir balık gibi, çırpınıp duruyor.
Sürekli olarak akvaryumun kenarlarına çarpıyor
Yaralanıp bereleniyor
Büyük Türkiye'nin, hareketli, renkli, güçlü taleplerinin ve ihtiyaçlarının farkında olup bunları dile getiren, çözüm arayan liderler gelip "iç ve dış vesayetin" duvarlarına tosluyor.
Bu balığa mesafe aldırmanın tek bir yolu var.
Ya balığı küçültmek, ya akvaryumu büyütmek.
Son yüz yılın siyaset etme kavgası balığı gerekirse uyutmak, dondurmak hatta genleri ile oynayarak, balığı küçük tutmak ya da havuzu bölmek isteyen muhalefet ile havuzu büyütmek isteyenlerin kavgasıdır.
Akvaryumun duvarları devletin sınırlarını temsil eder.
Bunu kutsamış ya da bunun tarafından kutsanmış şizofren ana muhalefet partisi ve onun ayrık otu gibi iliklerine kadar sızdığı kurumları hayır tarafından tutarak akvaryuma dokundurmayız diyor.
Balığın ikide bir burnunu sürtmesi onları rahatsız etmiyor, daha doğrusu bu çarpmalardan besleniyor.
Fakat bu defa kötü çuvalladılar. Bütün ümitleri oyların vatandaşı tatmin etmeyecek bir koalisyonu kabul seviyesinde çıkmasıydı.
Vatandaşa başka anlattıkları bir şey yok. Zaten vatandaşla işleri de yok. Dünyalarında vatandaşı koklayan hatırlatan hiçbir şey yok, seçim sezonları dışında vatandaşın arasına girmekten rahatsız oluyorlar. Ayrı sokak, ayrı bina ayrı cadde ayrı okul ayrı hava her şeyleri ayrı bir dünya gibi ama umutları AK Parti merkezli bir koalisyona yapışıp gidebildikleri kadar gitmek.
Ham hayaller...
Aslında laikliği de, demokratlığı da, hukuk devleti olup olmadığı da, sürekli tartışılan bir ülkede, geçmişi yok sayarak sıfırdan medeniyet inşası hayalleriyle vurup tozuttular.
"Halka rağmen halk için" dayattıkları ithal medeniyet, Hâkim kılmaya çalıştıkları hayat, Batılılar gibi yaşamaktan ibaret bir kültür ile güdük bir Asya ülkesi olarak susuz, yolsuz, hastanesiz, barajsız, ilkel teknolojisi, küçük işletmelerden ibaret sanayisi, sadece tarıma dayalı üretimi ile sınırlı kalmamız.
Türkiye, kendi gelenek ve kurumları ile kendi değerleri üzerinden bu değişimi gerçekleştirmek bu havuzu büyütmek istiyor.
Şimdi korkuları kendilerinin toz duman olmasıdır.
Rahmetli Özal'la başlayan ezber bozmalar şimdi akvaryumun sınırlarını zorluyor.
Ne yani, dürüstüm, doğruyum, yasam küçüklerimi korumak büyüklerimi sayıp, sonra onları fişleyip defterlerini dürmek gibi bir anlayış kıyamete kadar devam mı edecekti?
Korkunun sandığa faydası olmadı.