Ne salgınlar ne deprem ne de ekonomik sıkıntılar tek başına toplumsal bunalıma sebep değildir. Aksine bunlar müşterek bir tehdit olarak kabul görülür ve toplumda dayanışmayı artırır. Ama tehlikenin insan türünden geldiğini gördüğünde sosyal değerlerinde ve manevi direncinde kırılmalar yaşar, birbirlerine ve kurumlara karşı güven duyguları sarsılır, içerdeki tehdit karşısında toplum bölük pörçük olur.
Kamu vicdanında karşılığı yeterli görülmeyen ceza insanlarda, hayatın; hırsızın, ipsizin ve uğrunun insafına kaldığı algısı yerleşir. Özellikle hukuk ve eğitim kurumları güvenirliliğini ve caydırıcılığını kaybeder. Ve namussuzlar karşısında yaşamanın çıkar yolu “namusluların çetesine” sığınmak olarak görülmeye başlar.
Önceki gün görevli polis otosuna ateş açarak bir memurun şehit olmasına birinin ise ağır yaralanmasına yol açan faillerden birinin adli sicilinde tam 75 ayrı suç kaydı olduğu söylendi.
Birisi; uyuşturucu ticareti yaptığı da söylenen bu adamın nasıl hâlen sokakta olduğunu izah etmelidir! Acaba bu suçlar çikolata çalmak mı? Toplumda hukukun güvenlik açısından yetersiz kaldığı algısının yerleşmesi ancak sokağı güçlendirir. Bu defa yakın geçmişte örneklerini yaşadığımız gibi yasal yollardan alacağını tahsile etme imkânı bulamayanların çek senet tahsilatını yasal olmayan organizasyonlara havale yolları açılır…
Bu satırları yazmamıza sebep olan, son olarak beş gündür kayıp olan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğrencisi Pınar Gültekin'in sevgilisi tarafından vahşice öldürülmesidir. Bu hunharca ve zalimane cinayetin ortaya çıkmasının ardından ülkede suçlulara uygulanan cezaların yetersizliği yeniden tartışılmaya başlandı.
Kimi idam isterken kimi ise cezaların daha da ağırlaştırılması gerektiği görüşünde. Daha önce de kamuoyunda infiale sebep olan hunharca cinayetler sonrası ceza kanunları tartışılmaya açılmış hatta idam cezasının uygulanması için güçlü bir beklenti oluşmuştu. Ancak konu zamanla soğutularak sürekli değişen Türkiye gündeminde buharlaşmıştı.
Bilindiği gibi Ceza Hukukunun amacı, Türk Ceza Kanununda belirtildiği üzere “kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.”
Yayınlanan adli raporlar yıllara göre mevcut ceza kanunlarının suç işleme oranları üzerindeki etkisinin maalesef suçu frenlemediğini ortaya koymaktadır. Eğer bir tedbir, sonuçları iyileştirmiyorsa bunda ısrar etmenin anlamsız olduğunu ve yarayı büyüteceğini herkes kabul etmelidir. Bunun siyasal bir tercihle alakası yok aksine toplum sağlığı ve geleceği ile ilgili.
İnsanlığın en büyük suçu olan “cinayet” insan hayatına son vermekle birlikte toplumlarda büyük travmalara da yol açmaktadır. Cinayetlerin her yıl artış göstermesi hukukta yeterli ve caydırıcı cezalarla karşılık bulmaması etkin rol oynamaktadır
Tabii afetler kader birlikteliği nedeniyle birleşme ve kucaklaşma sağlarken, güven duygusunun kaybolmasıyla ortaya çıkan sosyal krizler ayrışmayı ve suçlamaları artırıyor. İnsanlar hayattan, gelecekten umudunu yitirebilir, inancını kaybedebilir, her şeyden kaygı duymaya, herkesten şüphelenmeye başlayabilir.
Doğal afetin gelişini önlemek insan iradesini aşar. Toprağa sallanma diyecek hâlimiz yok, ancak; bir insanı boğup, bir fıçıya koyup üzerine beton dökerek katletmek gibi zalimane ve alçakça işlenmiş bir cinayetin karşılığını yine insanoğlu yasal zeminde belirleyebilir.
Sırt dönerek bu sorunları yok sayanlar, bir iki lanet mesajı ile olayı geçiştirenlerin bu pisliğin bir gün kendilerine de bulaşacağından hiç şüphesi olmasın…