Dünya, internet ve sosyal ağların hayatımıza girmesi ile nihayetinde insanların her şeyi aynı anda öğrendikleri büyük bir köy hâline geldi. Herkes bu büyük köyde birbirinden ilham(!) alarak hayat tarzını değiştirdi, birbirine benzemeye başladı. Ama bazıları bu değişimi daha da hızlandırmak istiyor.
Gelenekler üzerinden yaşamak isteyenlere “farklı olamazsın, bana benzeyeceksin” diyenlerin benzetme projeleri böylece devreye girdi. İş “cinsiyet sınırlarının” ihlaline kadar gelip dayandı. Tam da bu sırada umulmadık bir şey oldu ve korona salgını olayların seyrini değiştirdi. İnsanlar birden bireyselliği ve törpülenen sınırlarını hatırladı, ailenin önemini fark etti.
Korona; teknolojik fırsatlarla azmanlaşan insana geldiği yerin ve gideceği yerin değişmediğini gösterdi. Bir şeyi daha gösterdi, çok hızlı ulaşmakla ve çok şeye sahip olmakla övündüğümüz fırsatlarla beraber gelecek olan belalar da müşterek. “Fırsatlar” sınır tanımadığı gibi “belalar da” sınır tanımıyor.
Belaların bazıları beden sağlığımızı bazıları ise ruh dünyamızı ve sosyal hayatımızı vurmaktadır. Uzun zamandır tartışma konusu yaptığımız “İstanbul Sözleşmesi” sadece bizim ile sınırlı kalmayan geleceğimiz üzerine kâbus gibi çöken bir yeni çağ kuşatmasıdır.
Dayandığı temel felsefe “Cinsiyetsizlik” fikri, biyolojik cinsiyete karşı “toplumsal cinsiyeti” merkeze koymak olan İstanbul Sözleşmesi bütün eş cinsel oluşumların hareket noktasıdır. Böylece toplumsal yapının omurgası olan ailenin sütunları ortadan kalkmaktadır.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İstanbul Sözleşmesi’nin merkezindeki cinsiyet eşitliği maddesinin yol açtığı tehlikeyi “Eğer küresel ideoloji olarak toplumsal kimlik eşitliği adı altında kadın ve erkek kimlik öğretilerimizi değiştirirsek önümüzdeki on yıllarda aileyi bir arada tutan rol paylaşımı bozulacağı için evlilikler hızla dağılacak, insanlar evliliği ayak bağı olarak görecekler ve dünya nüfusunun artışı duracaktır. Ancak toplumun yapı taşı ve güvenli alanı olan aile dağıldığı için toplumun ruh sağlığının bozulması mukadderdir.” diyerek tanımlıyor.
Savaşlarda insanları birbirine kırdırarak nüfus artışını frenlemenin büyük finansal maliyeti olduğunu söyleyen “Büyük Köyün Patronları” ıskarta olarak gördüğü nüfus fazlasından bu yolla kurtulmak niyetinde diyor Ahmet Hakan Çakıcı.
Yahudi kökenli Polonyalı sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman "Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri ile doldu. Modernite için, bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. Bundan sonra gündemimiz, ‘atık insanların ve insani atıkların tasfiyesi’dir.” diyordu.
Daha ne söylenir, İstanbul Sözleşmesi, çok büyük sosyo-kültürel yarılmalara ve ailevi yıkımlara yol açacak toplumda. Nerden baksan bu sözleşme karşımızda “Ailenin tasfiyesi” olarak karşımızda duruyor. Aileyi kaybedersek geriye kalan dünya ancak bir çöplüktür… Bunu kabul edip gereğini yapmak sosyal politikaları belirleyenlerin sorumluluğu ve vebalidir.