“Kültür Sınırları”nın tahkimi ve beka meselesi

A -
A +
Söz yine dönüp dolaşıp politikadan içeri giriyor. Son gündeme düşen konu siyasi parti seçmen tabanlarında “geçişkenlik” olduğu. Seçmen yer değiştirince, partilerin kemikleşmiş oyları da giderek küçülüyor diyorlar. Sınırlar ve değerler çiğnendiğinde seçmen tabanı aidiyetini kaybeder ve kopmalar başlar.  
İnsanların ait oldukları yerden kopması kolay değişen bir şey değil ama “sınırları” kaldırınca zor işler zamanla kolay hâle gelir. Türkiye’nin siyaset ve ahlak sosyolojisinin değiştiğini söyleyenler, Türkiye’nin asıl beka meselesinin burada gizli olduğunu müsebbibinin de kendi medeniyet değerleri üzerine sabit kalmayan, oturmayan eğitim ve medya rejimi olduğunu vurguluyor.
Kültür geçişkenliği kontrol altında tutulmadığında insan davranışları da kontrol altında tutulamaz, bir süre sonra sapmalar başlar, üstünlük giderek baskın kültür sahiplerine geçer.
Hayatın gereği ve gerçeği şu ki; boşlukta yaşamıyoruz diğer insanlarla farklı kültürlerle sürekli temas hâlindeyiz. Ancak bu ilişkileri sağlıklı kılacak olan “sınırlarımız” olmalıdır. Herkes aile, iş ve sosyal çevre içinde bulunur. Yalnız iken de insan içinde de herkesin bir sınırı vardır ve olmalıdır. Sınırlar, bedeni yeteneklerimizi, manevi değerlerimizi, sahip olduğumuz mali imkânları ve itibarımızı koruma altına alır. Bu koruma kalktığında tehlikeye açık hâle geliriz.
Hayatta bütün sıkıntılar, üzüntü ve geçimsizlikler ve kavgalar hep sınır tecavüzünden kültürel çatışmalarla olmaktadır.  
Sosyal hayatta toplum düzeni “Hukuk” ile koruma altına alınır.
Geçtiğimiz hafta gündeme giren yargı reformu tartışmaları, toplumun sinir uçları olan akademisyenler, aydınlar ve ilim adamları arasında manşetlerde ve ekranlarda hak ettiği karşılığı bulmadı. Geçtiğimiz yıl sonu yaşanan soğan fiyatları krizi kadar tartışılmaması ve toplumda karşılık bulmaması endişe vericidir. Sonuçta tadilat yapılan bizim hayatımızın bahçe duvarıdır.
“Hukuk” hepimizin koruma kalkanı, gölgesi hepimizin üzerinde olmalı. Ne var ki, bir toplum adaleti ve hakkı yalnızca ihtiyaç duyduğunda sadece kendisi için talep ediyorsa o toplumun millet olma barajı parçalanıyor ve "kabile" toplumuna dönüşüyor demektir.
Toplumumuz için “ortak değerleri –sınırlar- varmış gibi görünen fakat daha çok birbirinden kopuk ve diğerine yapılanı hemen hiç umursamayan bir insan kalabalığı olduğu.” sözünde doğruluk payı olsa da “olsa da olur, olmasa da” cinsinden geçiştirilecek bir konu değildir. Bu aşınmayı yurttaşlık bilincinden mahrumiyet ile izah yeterli değildir, sorumluluktan kaçmaktır.
Bu ciddi bir durumdur, hak, hukuk ve adalet duvarının aşılıp “Kabile Zorbalığı”nın egemen olmaya başladığı, ihtilaflarda hukukun yerine güç ve kuvvetin hâkim olduğu anlamına gelir. Yanı sıra insanın hayatındaki değerlerden soyutlandığı, ölümün ve ahiretin unutulduğu, değer ve ölçülerin olmadığı ahlaksız bir hayatın servet ve şöhret için yüceltilmesi anlamına da gelir.
Hukukun caydırıcılığını kaybetmeye zorlandığı, bazı grupların toplumun geri kalanından ayrıcalıklı konuma gelmesi, gemi azıya alan dünyevileşme, değerlerin iflası, sözüm ona Batılı hayat tarzına geçiş iştahının sonucudur.
“İslam’dan arındırılmış kendi tarih derinliğini çöpe atmış insan tipinin” yetiştirilmesindeki vebal, bir asırdır karşı durmaya çalıştığımız Kültür saldırısı karşısında kendi medeniyet değerleri üzerinden “sınırlarını” tahkim etmeyen Suskun Aydınlar’ındır.
Türkiye’nin asıl beka meselesi bu “Kültür Sınırları”nın tahkiminde…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.