Hafta sonunda dikkat çekici bir haber...
Kâğıthane’de son 1 yıl içerisinde minibüs, motosiklet, kulübe gibi birçok yeri kundaklayan “Neron Ümit” lakaplı 28 suç kayıtlı şahıs, adliyeye sevk edildi. "Akıl sağlığının yerinde olmadığına dair" raporu bulunan şahıs, çıkarıldığı mahkemece yine serbest bırakıldı.
3 adet “mala zarar verme”, 4 adet “hırsızlık”, 2 adet “yangın”, 2 adet “Ateşli silahlar kanununa muhalefet”, 8 adet “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak ve kullanmak”, 5 adet “yaralama” ve 3 adet “görevi yaptırmamak için direnme” suçlarından kaydı ve araçlarının üstüne çıkarak zarar vermesi nedeniyle geçtiğimiz kasım ayında vatandaşlar tarafından tekme tokat dövülmüştü. “Kundakçı Neron Ümit”in yine serbest kalması, mahalleliyi isyan ettirdi.
İçinde insan olan bir araç kundaklanmadan mahalle sakinlerinin bir hâl çaresi aradığı Neron Ümit Vakası bugünkü “Modern Tedavi Usulleri” kurulmadan önce Osmanlı döneminde yaşansaydı ne olurdu?
Osmanlı Devleti’nde akıl hastalarının tedavisi ve topluma zararlarının önlenmesine yönelik olarak “bîmâristan, bîmârhâne, tımarhane, şifâhâne veya dârüşşifâ” denilen hastaneler yapılmıştı. Osmanlı diğer hastalıklar gibi akıl hastalıklarına özel dârüşşifâ kurmak geleneğini, vârisi bulunduğu Selçuklulardan aldı. Bu sağlık kurumlarında, bedensel ve zihinsel hastalıkların şifa bulmasında birtakım uygulamaların yer aldığı bilinmektedir.
“Deliliğin” hastalık olduğu 16. asır Avrupası’nda bilinmiyordu. 1818’de Fransa’da akıl hastaları, hayvanlardan ve canilerden daha kötü muamele görürdü. Şeytan tarafından ele geçirilmiş yaratıklar olarak algılanan akıl hastaları ateşte yakılır, işkenceye uğrar, sonunda ruhları şeytandan kurtarılmış(!) şekilde ‘Öbür Dünya’ya havale edilirdi...
Psikolojik sağlık ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi bilen Osmanlı hekimleri farklı usul ve teknikler ile hastaların iyileşmesini hedeflemiştir. Avrupa toplumu da ileri yıllarda bu alandaki hastalıkların tedavi ve hastane yaklaşımlarını İslam toplumlarından alarak uygulamaya koymuştur.
Osmanlı’da, suçun mahiyeti ne olursa olsun, hekim teşhisi ile akıl hastalığı belgelenen kişi, sadece “hastaneye kapatılır ve iyileşmeden salıverilmezdi...”
Cevdet Paşa diyor ki: “Abdullah Ağa adlı bir hasta, Ayasofya Camii’nde sabah namazını kıldı. Namaz biter bitmez kılıcını çekti, cemaatten birini yaraladı. Cemaatin takibi üzerine Soğuksu’ya doğru kaçarken orada da bir çocuğu yaraladı. Yetişen zabıta memurları tutuklayıp Bâb-ı aliye getirdiler. İlk bakışta aklını yitirdiğine karar verildi. Ancak hekim kararı gerekiyordu. Gelen hekim, aynı teşhiste bulundu. Hiç ceza verilmedi. İyileşinceye kadar kalmak üzere Süleymâniye Dârüşşifâsı ilgili birimine gönderildi...”
Gelelim Kundakçı Neron Ümit’in bugünkü durumuna... Kanun “Kişinin “algılama” ve “irade” yeteneklerinden birinin bulunmaması hâlinde ceza ehliyetinin bulunmadığı kabul edilir, işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılmazlar. Ancak, haklarında akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine hükmedilebilir” diyor. (TCK m. 32/1)
Bu anlaşılabilir bir hüküm ama “hastaya özgü güvenlik tedbirlerine hükmedilebilir” uygulaması nerede? 28 defa araç kundaklamış birisi sokakta ne arıyor? Yarın içinde insan bulunan bir aracı kundaklayıp can kaybına sebep olursa sorumlusu kim?
En önemli gündem maddemiz olması gereken “Hukuk Reformu” gündemin hengamesinde buharlaşırken sürekli yaşanmaya başlayan “tacizciye-hırsıza-dolandırıcıya-kapkaççıya meydan dayağı!.. yakaladığı yerde mahalleli tekme tokat dövdü...” haberleri “ceza ve infazın” zeminini kaybedip sokağa taştığını gösteriyor…
Mahalleli de ölçüyü kaçırırsa ne olacak?..