Kalemle yapılan tahribat fark edilmediğinde veya ciddiye alınmadığında peşine kazma, kürek ve hendek gelir. Bu kazma, kürek ve kalem tahribatının Tanzimat medyasına kadar uzanan hikâyesi var ama biz tek parti döneminden günümüze bir hatırlatma yapalım...
CHP’nin tek parti döneminde kazma kürek mescit mabet yıkma gibi bir alışkanlığı vardı. Partizan cumhuriyet ideolojisinin bazı kalemşorları da yamaklık için ellerinden geleni yapıyordu.
Kastamonu en ücra yurt köşelerinden biri olmasına rağmen bu kazma-kalem tecavüzlerinin zirve yaptığı yerlerden olmuştur.
Doğu batı ayırmaksızın her köşede yapılan mezarlık, mescit, cami kıyımının dikkat çekici bir örneğini merhum Hasip Yılanlıoğlu anlatmıştı.
“Kastamonu’da 73 camiden 57’si tasfiyeye tabi tutulup kapatıldı. 16 cami ve mescit açık bırakıldı. Tasfiyeye tabi tutulanlardan 32’sini satışa çıkardılar. Bazılarını satın alan oldu, bazılarına da talipli çıkmadı onları da yıktılar. Devrekâni’de minareleri yıkmak için kullanılmış hayvan yularlarını toplayıp urgan yaptılar. Bunları minarelere bağlayıp yıkmaya uğraştılar. Küpcüyez Mescidi’nin tuğladan yapılan minaresi kısa ve topluydu. Burayı parti ocak binası yapacaklardı, önce satın aldılar. Baktılar minareli parti binası olmaz, ocak başkanı parayla adam tutup yıktırmak istedi. Halk sıkıntı içinde olmasına rağmen kimse işi almadı, adam bulamayınca da ocak başkanı mecbur kaldı adamları ile birlikte kendisi kazma ile günlerce uğraşıp yıktı. Hiç unutmam minare yıkılıp içini de değiştirdikten sonra açılış yaptılar..."
Bir muallim açılış töreninde yaptığı konuşmada “Burası Hak Evi’nden Halk Evi’ne döndü” demişti.
Halkın mekân ve mabetlerini berbat etmekle yetinmeyenler isimlerini alay konusu yaptılar.
Halkın saygı duyduğu şahsiyetleri itibarsızlaştırıp isimlerini kullanılamaz hâle getirmek istediler.
Kastamonu’da halk tarafından çok sevilen, sayılan âlim ve Fadıl şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin isminin yine aynı bölgede yetişen bir yazar tarafından mizah konusu yapılarak itibarsızlaştırılması tesadüf değildir.
“Hababam Sınıfı” adlı oyunu kaleme alan Yazar Rıfat Ilgaz’ın bu ismi böylesine yozlaştırması, aşağılaması da tesadüfî değildir. Anadolu’da bir zamanlar çocuklara severek verilen bu isim, bir zaman sonra “Şaban” filmlerinin de devreye girmesiyle alay etmek için kullanılmaya başlandı. “Şaban” filmleri sinemada ve ekranlarda her akşam tekrar tekrar izlendikçe bu anlamlı isim toplum hayatında değerini ve saygınlığını kaybedip, aptal, geri zekâlı, cahil anlamlarını hatırlatmaya ve karakterleri etiketlemeye başladı.
“Tekrarlanan söz insanın hakikati olur” kuralının sonucu kadim bir kültürün önemli bir parçası zevzekçe bir mizaha feda edildi. İnsanlar da perdedeki karakteri evlerinde görmemek, çocuklarını toplum içinde kendilerini savunma zorunda bırakmamak için çocuklarına bu ismi vermemeye başladı.
Etrafınıza bakın, artık bu isimleri kullananlar neredeyse yok, artık kullanılmıyor ama onun yerine bol miktarda “Kaya”, "Karataş” ve “Karayılan” bulabilirsiniz.
“Şaban” ismine âdeta "savaş" açan Rıfat Ilgaz’a gelince, o da Şeyh Şaban-ı Veli hazretleri gibi Kastamonulu ama geldikleri yer aynı olsa da gittikleri yol farklı.
Yıllardır, edebiyatı, sanatı, sinemayı, medyayı boş işler olarak gören, kültür erozyonuna kayıtsız muhafazakâr kesime gelince etraflarının ve hayatlarının "Karataş"la, "Karayılan"la dolmasını izliyor.
Bir kalem bir çizik atar,
Baraj gövdesindeki küçük bir çizik,
Bir baraj gövdesinin çöküp gitmesi de bu küçük çizikle başlar...