Cumhurbaşkanlığı sistemine ilişkin anayasa değişiklik teklifinin Meclis Genel Kurulunda görüşmeleri bugün başlıyor. CHP’nin korkuları yüzünden her madde için usul tartışması çıkararak görüşmeleri tıkama stratejisi izlemesi bekleniyor.
Başkanlık sistemine itirazlar yeni değil. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yıllar önce kendisine sorulan “Tek adamlık tehlikesi ortaya çıkmıyor mu?” sorusuna “Bugün denetim yok, neden? Hükûmet koalisyonda olsa tek parti de olsa Meclis’e hâkim oluyor. İstersem Meclis'ten hiçbir araştırmayı çok rahatlıkla geçirtmeyebilirim. Hâlbuki başkanlık sisteminde kesin olarak kuvvetler ayrımı var. Amerikalılar buna 'Check and balance' diyorlar. Yani karşılıklı denge var... İcra olarak Cumhurbaşkanının kuvveti vardır buna mukabil Meclis'inde yetkileri var” diyerek tereddütleri yok edecek bir cevap vermişti.
Umudumuz Meclis görüşmelerinin gereksiz tartışmalar ve gerilimlerle siyasi bir kargaşaya sürüklenmeden tamamlanmasıdır.
Bunun muhtemel bedelinin ne olduğunu geçmişte yaşadık.
İçeriden ve dışarıdan maruz kaldığımız büyük saldırıyı çözecek irade Meclis'tir. Bunu çalışamaz hâle getirmek sorunları 12 Eylül tecrübesi gibi sokağa taşır ve böyle bir sorumsuzluk Türkiye'nin yönetilemez hâle getirilmesi ve sivil yönetime müdahale edilmesi iştahını kabartır.
1977 seçimleri ile çok partili ortaya çıkan zayıf koalisyon hükûmetleri demokrasiyi temsil değil ihtilale kurban etme lekesini taşımıştı.
Koalisyon ve azınlık hükûmetleri ile başlayan siyasi istikrarsızlık Nisan 1980 ayında başlayan Cumhurbaşkanlığı krizi ile tavan yapmıştı.
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresinin dolmasının ardından partiler bir isim üzerinde uzlaşamayınca eylül ayına kadar 300’den fazla tur yapılmış ama Meclis, Cumhurbaşkanını seçememişti.
Meclis'teki siyasi istikrarsızlık ve çekişmeler topluma da yansıdı ve çatışmayı körükledi. Kabaran nefret sokakları, üniversiteleri, kahvehaneleri çatışmaların merkezi hâline getirdi.
1980 öncesi dönem Türkiye’sinde birçok katliam ve siyasi suikast yaşandı. Siyasetteki gerilim toplumda da giderek arttı ve nihayetinde yaşanan 1 Mayıs Taksim Katliamı, ardından 1978 Sivas ve Maraş Olayları 12 Eylül’e giden yolu açtı. Olayları durdurmak için ilan edilen sıkıyönetim de olayları durduramadı ve 12 Eylül 1980 tarihinde Orgeneral Kenan Evren ve komuta kademesinin ülke yönetimine el koyması ile senaryo tamamlandı...
Dönemin CIA Türkiye Masası Şefi Paul Henze askerî müdahale haberini ulaştıran diplomatın “ Bizim çocuklar işi bitirdi” şeklinde konuşması darbe içinde ABD’nin rolünü ortaya dökmüştü. 11 Eylül akşamına kadar akan kanın ertesi günü durması olayların darbe için tezgâhlandığı sorusunu akla getirmişti.
Nitekim uzunca bir zaman sonra Süleyman Demirel Kenan Evren’e “kanın üzerinde oturuyorsun” diyerek bu soruya cevap verdi.
Cumhurbaşkanı seçimi bunalımının darbeye zemin hazırladığı İngiliz Büyükelçiliğinin raporlarında da yer almış, özellikle Orgeneral Kenan Evren’in katıldığı NATO toplantısından sonra yaptığı açıklamada; Brüksel’de kendisine sürekli Cumhurbaşkanının ne zaman seçileceğinin sorulduğunu, kendisinin tatmin edici bir cevap veremediğini belirterek “Bu can sıkıcı bir durum” olduğunu belirtmiştir.
Kenan Evren de bu sorunu darbe yaparak çözmüştü(!)
Bugün terör, suikast ve akla gelen her tür saldırılarla Türkiye’nin yaşanmaz ve yönetilemez hâle getirilerek sivil yönetime müdahale edilmesinin kapısı bu defa Meclis'ten açılmak istenecektir. Çünkü millet topyekûn terör ve bölücülüğe karşı tavrını koymuş halkta infial uyandırma teşebbüsleri karşılık bulmamıştır.
Demokrasiyi savunanların tehdit ve baskı ile kabul ettirilmiş, meşruiyetini kaybetmiş 1982 Darbe Anayasasını savunmaları halkın iradesini vesayet rejimine kurban etmektir...