Amerika’nın Utah bölgesinde yaşayan Normonlara ait bir kilise defterinde yazılı olan dikkat çekici bir dua var. Diyor ki; “Ya Rabbi... Osmanlının gücünü kuvvetini arttır ki, gelip bizi de kurtarsın. Bize din hürriyeti versin.
Can ve mal emniyetimizi sağlasın... Âmin”
Ukrayna’da yaşayan Normonlar, dindaşları olan Rusların baskılarına dayanamayıp böyle dua etmişler ve bu dualarını da âdetleri üzere kilise defterine yazmışlar. 1800’lü yıllarda Amerika’ya göç ederken bu defteri de beraberlerinde götürmüşler.
Bugün bu defter adı geçen sayfası açılmış olarak Amerika’nın Utah bölgesindeki bir Normon kilisesinde teşhir edilmektedir.
Osmanlı, her zaman Normonların bile zulmünden sığındıkları Rus yağmacılıklarının önündeki en büyük engel olmuştur. Rusların sadece maddi değeri olanları değil anıtları bile söküp götüren yağmacılar olduğunu vurgulayan sahte derviş İngiliz casusu topal Macar Yahudisi Wembry günlüğüne şunları yazıyor:
“Ruslar rejimleri ne olursa olsun Türk ana vatanını elde etmek için hatıra gelebilecek her hileye başvuracaklar. Şeklen sulhsever olacaklar, gerektiğinde idare tarzlarını en uygun şekilde zulüm ve baskı ile tatbik edecekler ve bu geniş kıtayı sömürmeye devam edeceklerdir. Dünyaya hâkim olma iddialarını ve ihtiraslarını başka türlü devam ettirmezler. Şunu bilmek lazım ki, Türkistan’ı baştan sona askerî istila altında bulundurmak çok güçtür. Bu kıtayı muhtelif yollardan fethetmek icap eder. Aralarında en önemlisi Türkleri manen ve ruhen çökertmek, onlardaki kendilerine güven duygusunu yıkmaktır...”
Bugün yaşananların özeti şudur. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra merkez ülke olma gücünü ve yeteneğini kaybeden Rusya yeniden Ortodoks merkezli imparatorluk haritasını ihya etmek istiyor bunun için oyunu Türkiye üzerine kuruyor. Fakat Putin’i ikaz eden Rusya’nın çok ünlü bir araştırmacısı ve strateji uzmanı diyor ki: “1. Nikola Türkiye Avrupa’nın hasta adamı demişti. Uçak düştükten sonra ben şunu söylemek istiyorum, o hasta adam artık başka birisidir siz de onu biliyorsunuz!..”
O Türkiye bir asırdır bütün içeriden ihanetler ve dışarıdan saldırılara rağmen Fukuyama’nın "mükemmel nizam" diye ilan ettiği batı medeniyetine teslim olmadı.
Batı medeniyetinin yaşadığı krizi örtmek için ürettiği “yeni düşman İslam” hilekârlığına malzeme de olmadı. Böylece tarih yazanlar medeniyetler çatışmasının suçluları arasına koyamadıkları Türkiye’yi mağdurları arasına da koyamayacaklar.
Bir asırdır kendisini başka bir medeniyetin kuyruğu yapmak isteyen kendi içindeki elit taklitleri ile güçlü bir medeniyetin verasetinden asli payı alma mücadelesi veriyor.
1997’de Türkiye’deki konferansında Samuel Huntington’a bir dinleyici şunu sordu:
“Türkiye’nin İslam medeniyetinin merkezî lider ülke olabilme yeteneği var mı?” Yani Türkiye Osmanlı’nın vârisi olabilir mi? diyor.
Huntington itiraf etmek zorunda kaldı ve; “Şüphesiz İslam toplumu geçmişte bir çekirdek devlete sahipti ve bu açık bir şekilde Osmanlı imparatorluğuydu. Fakat hiçbir şey statik şekilde kalmaz. Sonra batı muazzam şekilde genişlemeye diğer medeniyetler üzerinde de yıkıcı etki göstermeye başladı. Ancak şuna inanıyorum ki, Batı dünyanın en güçlü medeniyeti olsa da artık gerilemektedir. Ve bir sesin azalarak kaybolması gibi dünya üzerindeki etkisini kaybedecektir. Eğer Doğu Asya’ya giderseniz geleceği nerede olduğunu size söyleyecekler” diye cevap verdi...
Asya medeniyetleri, ekonomik, askerî ve siyasal güç olarak genişliyor. Sesinin kesildiğini, güç dengelerinin değiştiğini fark eden Batı taarruzlarını artırıyor. Çünkü Türkiye’nin yamaladıkları gibi geri kalmış, fakir, üçüncü sınıf Tatar Cumhuriyeti olmadığını, kendilerinden üyelik dilenmek gibi hayal kırıklığı yaşatan ve aşağılayan rolü bıraktığını artık biliyorlar.
Gelecek teorisyenleri, Batıyla birlikte içerideki maşalarını da medeniyet çatışmasının suçluları arasında zikredecektir...