Medyatik sömürgecilik COVID-19’dan tehlikeli!..

A -
A +
 
Eğer bir insan kör ya da art niyetli değilse özellikle son birkaç yıldır dış merkezli medyatik operasyonlar ile “Gençlik ve Aile” üzerindeki kuşatmayı fark edecektir.
Anadolu’da tam da “Biri vurup biri tulum çıkarıyor” dedikleri cinsten. Merkezi İstanbul’da bulunan bir vakıf  "Türkiye'de Gençlerin Çalışma, Geçim ve Yaşam Algısı" başlıklı bir rapor hazırlamış. Raporda, gençler; ülkenin geleceğine dair umutsuzluk ve belirsizlik duyduklarını belirtilerek “çareyi, daha iyi çalışma ve yaşam şartları için ülkeyi terk etmekte...” gördüklerini belirtiyorlarmış.
İşe bak!. Türk gencinin kendisi ve geleceği üzerine “terk edilecek insan ve terk edilecek ülke” diye etiketli raporlar yayınlıyor. Türkiye’yi Batı ile mukayese etmeler ve horlamalar, kendisini bu ülkeden görmeyenlerin kompleksli tavırlardır. Bu GDO’lu raporlara alıştık ancak alışamadığımız, kendisine topyekûn bir nesil emanet edilen yerli ve millî kurumların bu sataşmalara karşı, medyatik cepheden güçlü sesler çıkarmaması!..
Sadece her kafadan ses veren toplama yığınların tepkisi var. (Son olarak sosyal medyada birlik olalım mesajları bu pejmürdeliğin fark edilmesinin sonucu olsa gerek...) 
Seslerin çatlak çıkması toplum-birlik ruhunun zayıflaması anlamına gelir. Bu dağınıklık gençlik üzerinden geleceğimiz üzerinde hesabı olanlara cesaret verir ve ön açar. Güçlü ülkelerde güçlü medeniyetlerde hukuku güçlü kılan da toplumsal ruh ve kolektif reflekstir.
Fark edilmeli ki; bu ülkenin kültürel değerleriyle âdeta savaşan, genç kuşakları köklerine yabancılaştırıcı bir medya damarı var. Bunda mutabık değilsek gerisini konuşmaya lüzum yok!
CİMER’e yapılan bir ihbarda, abonelerine film ve dizi pazarlayan bir platformunda yayınlanan bir dizinin gençleri eş cinselliğe yönlendirdiği belirtilerek yapılan bir ihbarı savcılık değerlendirmiş. Sonuç; “Kişilerin hür iradesiyle para vererek izlediği bir diziyi, insanların yine iradesiyle izlememesi gerektiği" belirtilerek, dizi hakkında soruşturmaya yer olmadığına karar verilmiş!..
Haberi okuyunca takıldım; “Acaba -suç unsuru- mal ve hizmetin satış şeklinde mi yoksa kendisinde mi?” Sokak aralarında uyuşturucu satan torbacıların bu işi “hayra hizmet(!)” olsun diye bedava yapmadıkları ortada. Ancak uyuşturucu satışını yasalara karşı suç yapan kayıt dışı ticaret yapmalarından evvel sattıkları malın insanı ve toplumun ruh ve beden sağlığını “zehirliyor” olmasıdır. Yoksa torbacıların satış fişi kesmelerini şimdiye kadar soran olmamıştır.
Bir uyuşturucu müptelasının “Ben; muntazam ücret ödeyen bir aboneyim abi!..” demesi de, satanın “fiş keseyim abi!..” demesi de suçu meşrulaştırmaz. “Kişilerin hür iradesiyle para vererek satın aldığı bir uyuşturucu malzemeyi insanların yine hür iradesiyle içmemesi gerektiğini" söylemesi takipsizlik gerekçesi olabilir mi?
Medya araçları ile yapılan tahribat koronavirüsün gittiğinde bırakacağı tahribattan çok yüksektir. Virüs gittiğinde çok kısa süre sonra konuşacağımız şey manevî (entelektüel, kültürel, ahlâkî) çürümeyi nasıl önleyebileceğimiz olacaktır. 
Felsefeci Paul Feyerabend, “Batı sömürgeciliği, varlığını ve dünya üzerindeki hegemonyasını iki şeye borçlu: Silah ve medya” demiş.
Mesele şudur; Aile ve gençleri nefessiz bırakan öyle bir manevî (entelektüel, kültürel, ahlâkî) çöreklenme var ki; bu kuşatma ancak “bu meseleleri dert edinen kadroların sürükleyeceği güçlü ve köklü bir (fikir, sanat, kültür) medya hareketi" ile terse çevrilebilir...
Bu salgın, Covid-19 salgınından daha küçük bir tehdit değildir. Müdahil olmaz, teslim olursak ortaya çıkacak yıkımın hesabını asla veremeyiz!
Ne ecdada ne gelecek kuşaklara...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.