Koronavirüsün ardından maske ve el dezenfektanları yok satıyor, stoklar tükenmiş. Koronavirüs salgını mücadelesinde ağır dönemler geçiren insanlık adına “maske” dedikleri bir mendil parçasına muhtaç duruma düştü.
Suriye felaketinde canlarını kurtarmak isteyen insanlara sınırlarını kapatan gelişmiş AB ülkeleri cüssesi gözle fark edilemeyen bir virüse kapılarını kapatamadılar.
Dünyanın farklı kültürlerini buharlaştıran, insanı, aileyi, toplumu ayakta tutan din, ahlak, fazilet, adına ne varsa yerle bir eden seküler kapitalist sistemin bütün gücü bir virüse teslim oldu.
Ülkeler önce dışarıya sonra kendi içlerine kapanıyor! Sivrisinekle helak olan Nemrud gibi saraylarına kapanarak kendilerini emniyete almaya çalışıyorlar.
Nuh aleyhisselamın oğluna “Gel gemiye bin kurtul” çağrısına kulak tıkayıp “Yüksek dağlara çıkarım” diye reddetmesi gibi sanat, siyaset, felsefe, para üzerinden dünya hâkimiyeti peşinde koşanlar, talan oyunu oynayanlar, ağızlarını kapatacak bir mendil parçasına sığındılar.
Menfaatleri uğruna zulümleri sınır tanımayanlar cürümleri karşılıksız mı kalacak zannediyor?
Virüs salgını nedeniyle dünya genelinde 114 binin üzerinde insan enfekte oldu. 4 binin üzerinde insan salgın nedeniyle hayatını kaybetti. Çoğu ülkede paniğe kapılanlar, marketlerde makarna ve pirinç gibi uzun ömürlü gıda ürünleri ile hijyen malzemeleri, kolonya ve tuvalet kâğıdı gibi temizlik ürünlerine saldırdı.
Bu kâbusun ne zaman biteceği hakkında kimse bir şey bilmiyor. Yapay zekâlarının dili tutuldu. Ama kesin olan bir şey var bittiğinde insanların yüzlerindeki koruyucu maskenin derin izleri uzun müddet silinmeyecek.
Tekno-paganizm çağının iflasına hoş geldiniz... Bu kâbus bittiğinde herkesin anlatacak bir hikâyesi olacak.
Daha önce yaşanmış hikâyesi olanlar bu panik ortamında en az sıkıntı ve korku yaşayanlar olacaktır. Bu da onların geçmişte yaşadıkları travmaların ödülüdür.
Ziyaret için gittiği hastanede diğer hastalar ve ziyaretçilerle depreme yakalandı. Beş katlı blok, şiddetli sarsıntıyla çökerek tek katlı çelik ve betondan oluşan bir gofret hâlini aldı. Kendisi ve birkaç hasta, yarım metre yüksekliğinde, kımıldamalarına bile müsaade etmeyen dar bir alanda iki gece ve gündüz toz yutarak, sadece birbirlerinin soluk alışlarını dinleyerek ve sesleri kesilinceye kadar bağırarak geçti. Kolonların altında kalmış kol ve bacakların, parçalanmış gövdelerin arasında korku ile kurtarılmayı beklediler.
İkinci günün akşamı, yukarıda açılan ancak bir insanın sürünerek çıkabileceği delikten çıkarıldıklarında kimse onların hayatta olduklarını umut etmiyordu.
Her an üzerlerine çökecek beş katlı bir bina enkazının altındayken aldığı en önemli dersin ne olduğunu sordum:
“Eğer içecek suyun, yiyecek ekmeğin varsa ve yattığın yerden hiçbir engelle karşılaşmadan kalkabiliyorsan şikâyet etmen gereken hiçbir şey yoktur!..”
Bulduğu her kusur için kendisine ödül verileceğini zanneden “Kusur avcıları” maskeniz var mı?