MÜKÜS ÇAYI İLE DERTLEŞEN FEKA

A -
A +
Son yüzyılın en zorlu dönemecinden geçiyoruz. Ülke kardeş kavgasına, bir iç savaşın kucağına itilmek isteniyor. Kırk yıldır süren bu kavgada eğer hâlâ dipsiz bir kuyunun dibini boylamadıysak bunu bir asırdır kurutulmaya çalışılan ruh kökümüze, güçlü bir kültür mirasına borçluyuz.
Doksanlı yılların başında Elazığ'ın Palu ilçesinde Mahmud Samini hazretlerinin kabrini ziyarette halktan orta yaşlı birkaç kişi ile sohbet etme fırsatımız olmuştu. Kabir ziyaretine geldiğimizi öğrenince "nereden tanıyorsunuz?" diye sordular. Ben de kendilerine karşı tepenin zirvesindeki kabrinde yatan Mahmud Samini hazretlerinin hocası Ali Septi hazretlerini işaret ederek "sadece onları değil hocasını da", sonra Harput'u işaret ederek "talebesi tabur İmamı Erzurumlu Osman Bedreddin hazretlerini de tanıyoruz" demiştim...
Yaşlı olanı uzunca bir süre hem anlattı hem ağladı. Sonra gösterdikleri misafirperverlik nedeniyle oradan güçlükle ayrılabildik...
Bunu şunun için naklediyorum, milletin hafızasından silinen bir hatırayı ihtiyaç duyduğunuzda yerine koyun, yabancılık ortadan kalkar. Birlik olmak beraber olmak ruh, kültür, hafıza birliğine dayanır. Bunların maliyeti yoktur, karşılık beklemeksizin dayanışmayı sağlar.
Kimin yerleştirip kimin sulayıp yeşerttiği iyi bilinen bu terör fitnesiyle mücadelede, bizi düşmanın gayreti yormadı içeridekilerin bu ruh kökünü genç nesillere aktarmadaki bir asırlık gafleti yordu.
Akil İnsanlar toplantısında "Bizim işimiz, İngilizleri hırpalayan İRA ile mücadele kadar zor değil çünkü onların mabetleri bile ayrı, aralarına duvar örmüşler, aynı marketten alışveriş yapmazlar, çocuklarını aynı okula göndermezler. Bizim böyle bir derdimiz yok ortak kültürümüze sarılalım yeter" demiştim. Katılımcılardan biri seslenmişti: "Bunu nasıl yapacaksın?" O günkü cevabımın bugün de arkasındayım. "Buradan Müküs'e Fekayı Teyran'ın divanından bir dörtlükle giderim" deyince Can Paker yüzüme baktı, Abdurrahman Kurt elini göğsüne koyup eyvallah dedi.
Ne acı ki çok da dikkate alınmayan bu ve benzeri çığlıklar hengâmede kaybolup gidiyor.
Geçtiğimiz yıllarda Van-Bahçesaray'da Fekayı Teyran'ın adına festival düzenlenmişti. Çok sayıda şair ve edebiyatçının katıldığı şenliğin açılış konuşmasında bir bürokrat ilgi çekici konuşmasında "Eğer biz Yunus Emre'yi çocuklarımıza öğretirken Feqiye Teyran'ı, Mevlana Hazretlerini öğretirken Ahmed-i Hani'yi Mela Ceziri'yi anlatabilseydik, öğretebilseydik bugün yaşadığımız sorunların hiçbirini yaşamayacaktık" demişti.
Bütün mesele burada, kültür hizmeti yapanlar, türbede def, dümbelek sergileyip, nihavent faslını öğreterek Mevlana'yı öğrettiğini sanıyor!
Eğer Yunus Emre'yi hakkıyla öğretseydiniz onu tanıyan, ayak izlerine bakan yolda Feqiye Teyran'a, Mela Ceziri'ye, Ahmed-i Hani'ye rastlayacaktı. Çünkü hepsi aynı yolda yürüyor.
Feqiye Teyran'a gelince Erzincan'da Terzi Baba, Elazığ'da İmam Efendi, Konya'da Mevlana, Kastamonu'da Şeyh Şaban-ı Veli misali Van'da Müküs (Bahçesaray) da Feka-i Teyran'dır.
Osmanlı döneminde "mirlik" unvanını almış soylu bir aile çocuğu olan, "Kuşların Hocası-Üstadı" anlamına gelen Feqiye Teyran'ın (1590-1660) gerçek adı Muhammed'dir. 
 

 
Müküs çayı ile konuşan, suya set vuran bir Hak âşığıdır.
Ey av û av!-Ma tu bi eşqa muhbetê,
Mevc û pêla davê bela-Bê sekinîn bê rehetê... Yani;
(Ey su, ey su! Allah'ın aşkı için mi böyle azgın ve dalgalısın?
Durulmuyor rahat etmiyor, niye başını taşlara vuruyorsun?)
Müküs suyunun cevabını merak edenler için gerisi şöyle:
Feqîyê delal-Kes ji min napirse pirs û sûal,
Kitrek ji bahra âlemê-Heta gihame vê demê...
(Bu âlem denizinde bir damlaydım, kimse benden sormadı,
Başımı taşlara vurup, ben de senin gibi Rabbimi arıyorum...)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.